Kızılcin Köyü daha Özyayla olmamıştı. Hangi işgüzar mülki idare amirinin fikriydi bu, bilmiyorum. Neden, değiştirmek gerekiyor köyün adını ? ‘’Kızıl’’a düşmanlık…Oysa kızıl, birçok Türk ilinde, örneğin Azerbaycan’da ‘’altın’’ demektir. Erdaş Dağı bir yanardağ oluşumu. Lavları bazalt. Demir içeriyor. Bunlar çıkıp akarken birçok yerde tüneller oluşturmuş. Zamanla demir kızılımsı pas boyağı alıyor. Kızılca in adı boşa konmamış. Burayı yurt bilmiş Türkmenler belki ilk yıllarda , XII. Yy’da, davar sürüleriyle birlikte kendileri de bu inleri konut olarak değerlendirmişlerdir.
Kızılca in, halkın dilinde, giderek kızıl cin olmuş.
Eylül başlarıydı. Yaz sıcakları sürse de ağustos günlerinin yakıcılığı yoktu.
Taa Muhtelif Gayeli Ortaokul (MGO) döneminden bu yana (1958) en iyi arkadaşım Kızılcin Köyünden Alaaddin Sırakaya ile Lise’de buluştuk. İkimiz de son girdiğimiz Fizik dersi sınavının sonucunu öğrendik. Başarmışız. İyi, güzel. Mutluyuz.
Artık lise mezunuyuz. Bir ‘’milat’’ gibi. Yaşımız 17. Onyedi nedir? Çocukluğun sonu, delikanlılığın başı…İyimseriz; geleceğe güvenle bakıyoruz. Üniversite giriş sınavlarının sonuçları daha belli değil. Bakalım ne olacak.
Lise mezunu olmak her babayiğidin harcı değil de…İçimizde bir burukluk var. 6 yıllık arkadaşlığımız sona mı erecek ? Üniversite sınavlarında başarılı olsak da, nerede, hangi fakültelerde okuyacağız; bilinmezliklerle dolu bir gelecek…
Alaaddin , İstanbul’da girmişti üniversite giriş sınavına. Orada hemşehrileri, akrabaları varmış. Puvanı yeterse Hukuk Fakültesi’ni okumak istiyordu. Yarenliklerimizden anımsıyordum ; savcılığı, yargıçlığı hep ideal bir meslek olarak görüyordu. Adalet dağıtmak: 17 yaşında bir köy genci için ne güzel bir düşüncedir…
Bir pastaneye oturduk. Limonata içtik. Serin serin…
‘’ Lise bitti ama, arkadaşlığımız hep sürecek,’’ dedi.
Baktım, gözlerinde yaş.
‘’ Elbette’’ dedim. ‘’ Ona hiç şüphe yok.’’
Birden, aklına bir şey gelmiş gibi , değişik ses tınısıyla konuştu.
‘’ Bak ne diyorum,’’ dedi.’’ Göre’ye gitme. Birlikte bizim köye gidelim.’’
Bir an düşündüm. Lise’nin bittiğini anama, babama muştulamamıştım. Haber vermeden gitmek olur muydu ?
Anladı : ‘’ Kolayı var,’’ dedi. ‘’ Hikmet ağbinin dükkanına gider, haber bırakırız.’’
Hikmet Ağbi benim sevgili Öğretmenim Remzi Rehber’in küçük kardeşi. Bakkal dükkanı işletiyor.
Yürüdük dükkana. Rastlantı bu ya. Öğretmen Ahmet dayım orada. Anlattım. Lise’yi bitirdiğimizi. Geniş geniş gülümsedi. Kutladı bizi. Alaaddin’le Kızılcin’e gideceğimi, anama, babama iletmesini, merak etmemelerini söyledim.
Elimdeki kitabı, defteri de verdim. Artık işime yaramayacaktı ama, son sınıfa geçen emmimoğlu Hüseyin’e armağan edebilirdim.
Köyde okuruz diye iki gazete aldım : O günlü Ulus…Ankara gazetesi olduğu için aynı gün saat 17’de ulaşabiliyordu beldeye. Bir de Cumhuriyet. Dünkü tarihli: İstanbul gazetesi olduğu için bir gün gecikmeli geliyordu kentimize.
Baktım, Ahmet Ağa vitrine bir dergi asmış: Sağlıklı, ışıl ışıl bir genç kız tüm güzelliğiyle parlıyor, gülüyor göstererek dişlerini. Yelpaze Dergisi…İtalyan ressamın bu dergideki kapak resimlerine hayrandım.
Köye giden bir traktör varmış. İyi, güzel. Alaaddin’le kiralık evine gittik. Kasaplar Çarşısı’nda, kentin yukarılarına doğru çıkılan merdivenli sokağın altında…Ne evi; bir uyduruk oda. Duvarları nemli, yeşilimsi küf bağlamış bir merdivenaltı… Briketle kapatmışlar; oda olmuş. Köylerden gelen ortaokul, lise öğrencilerine kiraya vermişler…
Alaaddin bir süre baktı yıllarca yaşadığı odaya. Yerde yatak, yorgan…Basit bir kilim…Artık bundan sonra Kızılcin’den gelip ortaokulu okuyacak çocuklara, belki liseye geçmiş olanlara yarayacaktı bu oda, bu yatak.
Alaaddin, bir torbaya kitaplarını, giysilerini koydu. Çıktık. Çarşıdan geçerken bir fırından güzel kokular geliyordu. Tezgaha dizilmiş nar gibi somunlar…İki tane aldım, parasını verdim. Geleneğimizde vardır; boş gidilmez. Değirmenden gelenin bile heybesine bakılır.
Saat 18 gibi traktörün vagonuna bindik. Yalpalaya yalpalaya gidiyoruz. Bizden başka Boğaz’lılar da var.
Kızılcin’de durdu traktör. Atladık aşağıya. Alaaddin para vermek istedi genç sürücüye. Almadı. Yürüdük.
Evin önünde oturuyordu Alaaddin’nin anası. İkimiz de elini öptük.
‘’ Lise bitti, ana, ’’ dedi. ‘’ Oğlun artık Lise mezunu.’’
Yüzünde hiç değişiklik olmadı anasının.
‘’ Muallim mi oldun yani ? ‘’ diye sordu.
Alaaddin bana baktı, gülümsedi. Anasına yanıt vermedi.
Yüzü bozkırın güneşinde, ayazında tunçlaşmış ana bana döndü:
‘’ Sen nasılsın evladım, anan baban hayatta mı, ne ederler, nirde yaşarlar ?’’
Anlattım.
‘’ Haa, anladıım,’’ dedi. ’’ Alaaddin anlattıydı Şükrü Bey’i. Göre’deki evinizi pek övdüydü. Dimek o sensin. İyi, hoş gelmişsin bakalım.’’
………………….
Lisede okurken Alaaddin, bir tahıl satışı sonrası, ele geçen parayla bir transistorlu radyo aldırmış. Radyoda Alpay konuşuyor. Kızılcin’de akşam serinliğinde biz dinliyoruz. Birisi sormuş; adın mı Alpay, soyadın mı? Tam yanıt verecek; süre doluyor. Eylül’de Gel…Alpay’ın güzel sesli yorumu Kızılcin akşamına dağılıyor.
Tatil geldiği zaman , ağlarım ben inan
Gidiyorsun işte arkana bakmadan
Nasıl geçer bu yaz, ne olur bana yaz
Sen sen sen bir ömre bedel
Yok yok yok gitme, gitme gel
Eylülde gel.
Okul yolu sensiz
Ölüm kadar sessiz
Geçtim o yoldan dün
İçim doldu hüzün
Yapraklar solarken
Adımı anarken
Bekletme ne olur
Gelmek zamanı gel
Yok yok yok gitme gitme gel
Eylülde gel.
Eylülde okul yolunda
Konuşmadan yürüyelim
Görenler, dönmüş; hem de mutlu desinler
Ağaçlar sevinçten
Başımıza konfeti gibi yaprak dökecekler
Yaprak dökecekler
Eylülde gel.
Alpay adıysa; soyadı ne ? Soran kişi tam yanıtını alamamış böylece. Sonra kısa bir skeç-tiyatro oyunu- Dumanlı’da Telaki var ‘’ Mikrofonda Tiyatro’’ saatinde veriliyordu.
Yelpaze Dergisi’ne birlikte göz gezdiriyoruz. Edebiyat sayfasında Neyzen Tevfik var. Fotografına bakıyor ana, diyor ki : ‘’İçkiciymiş. Bahsane ağzı apal.’’ Bir gülüyoruz. Gençler Üstad’ın çevresine toplanmışlar. ‘’Bize ney çal! ‘’ demişler. Kızmış Neyzen. ‘’ Cahiller! Ney çalınmaz; üflenir.’’ Sonra bir şiirinden örnek iki dize okuyoruz.
Ey kendini bize büyük tanıtan.
Şu halime bak da, kendinden utan.
Akşam yemeği için evin hayatının bir köşesindeki ocakta bulgur pilavı pişiriyor ana. Erdaş Dağı’ndan esen serin yel ot kokuları getiriyor. Baba giriyor hayata. Ayağa kalkıp elini öpüyoruz. Babamla Niğde’de, Suriye hududunda, Kilis’te askerlik yapmış ‘’ Cihan Harbi Seneleri ‘’diyor. Beni kucaklıyor. Alaaddin muştuluyor. Baba mutlu, gülümsüyor. Belli ki oğluyla gurur duyuyor. Elbet haklı; Kızılcin’den çıkmış beş ortaokul mezunu var da, lise mezunu olarak Alaaddin ilk.
Siniye yufkalar konuyor, ortaya bir sahan bulgur pilavı. Tereyağlı, ne güzel kokuyor. Acıkmışız. Maşrapalarda çalkama ayran. Soğan da kesilmiş. Daha ne olsun! Bir Kızılcin akşamında güzel bir akşam yemeği yiyoruz.
Çocukluğumda Çat köyüne, halamın evine gider, yaşıtım Ahmet’le vakit geçirmeyi, bağı bahçeyi dolaşmayı, ata binmeyi severdim. Fakat o günlerin dışında Göre’den, ailemden ilk ayrılışım. Serin gecede uyku tutmuyor. Geleceğimizi düşünüyorum. Acaba üniversiteyi nerede, nasıl okuyacağım ?
Alaaddin zaman zaman soruyor.
‘’ Emrullah, yerini mi yadırgadın, niye uyuyamadın ?’’
O da uyuyamamış. Bana sorduğuna göre.
………………..
Sabah serin. Gece çiğ düşmüş. Güneş fazla yükselmeden yola düşmeliyim.
‘’ Ben seni bir traktörle gönderirim,’’ diyor Alaaddin. ‘’ Hem, bi gayfaltı yapalım.’’
Kahvaltı yapmasak da olur. Vedalaşıyorum. Ana, bir bohça sıkıştırıyor koltuğumun altına. Nedir acaba ? Babanın da elini öpüyorum. Düşüyorum yola.
‘’ Asger arkadaşıma selam söyle!’’ derken duygulanıyor.Sesi titriyor.
Bir gecelik Kızılcin konukluğu bu kadar.
Toprak tepeler aşıyorum. Biçilmiş ekin tarlalarının tırmanlarından, sert yerlerden ilerliyorum. Uzun bir kurak yaz. Otlar kurumuş. Tarla kuşları öbek öbek inip kalkıyor. Kış gelmeden iyi beslenmeliler ki soğuk geçen, açlıkla geçen günlere dayanabilsinler. Dane arayışındalar.
Bir tepeyi aşıyorum: Aşıklı Dağ karşımda. Nirengi gibi.
Yürüyorum, yürüyorum.
Bohçayı açıyorum. Ananın hediyesi: Bir tepsi baklava hazırlamış geceden. Türkmen geleneği. Yolcu azıksız gönderilmez. Gözlerim yaşarıyor.
Bir dilim yiyorum. İyi, güzel. Susamışım. Su ancak kuyularda. Burası Yukarı Yazı. Tosbağalar burada susuzluktan ölür. Fakat buralarda bir yerde Bilezikli Kuyu olacaktı. Belki 10 yıl öncesinden anımsıyorum. Kuyuya kar basmağa gelmiştik kışın, traktöre binip. Eve döndüğümüzde üstümüz başımız ıpıslak…Acaba nerede? Bakıyorum kuşlar inip kalkıyor. Tamamdır; orada. Yanılmamışım. Kuyunun başında iki Göreli. Selam veriyorum. Merakla, hayretle soruyorlar buralarda ne aradığımı.
‘’ Arkadaşım Alaaddin Kızılcinli. Onunla geldim köye; şimdi dönüyorum.’’
Kovayla çıkardıkları sudan avuç avuç içiyorum. Soğuk. Dişlerim ağrıyor. Ağzımın içi keçeleşiyor. Bohçayı açıp ananın baklavasından köylüme de ikram ediyorum. İki dilim bol su içiriyor onlara.
Aşılı Dağ karşımda…Yürüyorum. Ekinler biçilse de yer yer, öbek öbek , biçerdöğerin bıraktığı artıkları toplayan köylülerim var. Onlarla selamlaşıyorum. Beni hep Göre-Nevşehir arasında yürürken gördüklerinden şaşırıyorlar. Herkese , tek tek, anlatıyorum dünü, bugünü, Alaaddin’i…
Ve işte Yuvanlı Boğazı’nda gökçe göğertili bahçemiz. Aşıklı Dağın’nın dibi. Yüksekten bakıyorum. Gözlerimle okşuyorum. Babamın diktiği selviler boy atmış. Hala gömgök. Eylül gelse de sararma yok. Çünkü yaz boyunca patatesler sulanırken onlar da nemalandılar…O ağaçlarda benim ellerimin de izi var…Ve kabuklarında günlük olaylar, tarihler, çizimler…
Benden üç yaş küçük kardeşim İlhan orada. Merak etmişler. Anacığım gece uyuyamamış. İlhan’ı traktöre bindirip Kızılcin’e göndermeğe kalkmış da, babam güçlükle sakinleştirmiş.
Vay anacığım ! Alışacaksın. Yarın, üniversite için kim bilir nereye gideceğim.
Yuvanlı Boğazı’ndaki bahçemizde elmalar da giderek tadlanıyor, kızarıyor, kokulanıyor. Babamın aşıladığı ağaçlar : Kaliforniya, Golden, Starking türü elmalar… Ekim ayının ilk haftasında toplamağa başlanır. Kaya ambarlardır ondan sonra gidecekleri yer…
İlhan merak ediyor. Bohçada ne var? Tepsi çıkıyor ortaya. Baklava’dan alıyor, tadına bakıyor. Bir dilim daha. Testiden su içiyor, yine.
Selvi gölgesine uzanmışım. Havuza dolan su ninni gibi. Şekerleme.
Bir günlük yolculuk, yayan yapıldak…
Yuvanlı Boğazı’nda güneş erken batar. İlhan işini bitiriyor. Traktör’e binip evimizin yolunu tutuyoruz…
…………………………
15 Mayıs 2020