Göre İlkokulu’nda ilk sınıfta Salim Oğuz’dan; ikinci sınıfta Remzi Rehber’den sağlam bir eğitim aldık.
3. Sınıfta bir hafta kadar İbrahim Tüfekçi girdi derslerimize. Özenli bir öğretmen idi. Fakat 40’lı yaşlardaydı; Nevşehir’den yürüyerek geldiği için yorgun oluyordu.
Sonra bir de duyduk ki, bize Faik Ergin adlı köylü ders verecekmiş. Nevşehir’de Ortaokul Müdürü olan Mustafa Bey’in yeğeniymiş. Eğitimle öğretimle hiç ilgisi yoktu. Sanırım bir ay kadar devam etmiş ortaokula; ayrılmış.
Kayıp bir yıl oldu bizim için. İlk 2 yılda öğrendiklerimizi de nerdeyse unutuyorduk.
4.Sınıfta Yüksel Demirsoy öğretmenimiz oldu. 1924 Mübadelesiyle gelmiş bir ailenin oğluydu. Biz bazı sözcüklerine gülüyorduk. Telaffuzu değişikti. ‘’Maacirce’’ diyorduk. Özenli, iyi bir eğitici olarak yaşamımızda iz bıraktı.
5. sınıfta önce Kemal İlktürk girdi derslerimize. Öylesine mutluyduk ki. Sert davranışları olsa da olağanüstü değerli, dakik bir eğitimciydi. Gerçek öğrenciliğin ne olduğunu öğreniyorduk. Kendimizi ‘’Kolej’’ öğrencisi gibi duyumsuyorduk.
Ne var ki bir ay sonra Kemal Bey bıraktı bizi. Derin üzüntülere düştük. O giderken hep ağladık. Sanki başımıza gelecekleri anlamış gibi…Taa aşağıya , Niğde şosesine inip, uğurladık Onu.
Birkaç günlük boşluktan sonra Ahmet Yiğitaslan girmeğe başladı derslerimize. 1329’lu derlerdi. Orta yaşlı, bıkık, yorgun, isteksiz…Tek bir dakika ne Türkçe, ne matematik, ne tarih, ne coğrafya işledi. Sanırım o güne değin de denetmenlerin acımasıyla mesleği sürdürmüştü. Bize verebileceği hiçbir şey yoktu. Ne kitap, ne dergi… Sobayı yaktırıp, kucaklar gibi oturur, uyuklar, yayan geldiği gibi yine yürüyerek dönerdi Nevşehir’e, Dere Mahallesi’ndeki evine. Sevinçle, mutlulukla anlattığı olaylar da vardı: Oğlu, kızı, evine su bağlatması…Sonrası, arkası boşluk.
3. sınıf için kayıp bir ders yılı demiştim.
Meğer asıl kayıp 5. Sınıftaymış. Bunu o zaman bilemezdik, ama çocuk aklımızla bazı şeylerin ayırdına varıyorduk.
Nevşehir’in Nar’dan sonra en yakın, büyük köyü idi Göre…Buradaki eğitimin niteliğine bakınca, 100 km kuzeydeki Kozaklı’nın; 45 km ilerdeki Hacıbektaş’ın, 20 km batıdaki Acıgöl Nahiyesi’nin; 20 km doğudaki Ürgüp’ün, Avanos’un köylerindeki ilkokullarda eğitimin nasıl yürütüldüğünü tahmin etmek o denli zor olmasa gerek…
İl olduğu tarihten sonra 4 yıl geçmiş. Nevşehir Maarif Müdürlüğü en yakın köylere bile nitelikli öğretmen veremiyor.
…………………………..
‘’ Bu vilayette A’dan Z’ye maarif, terbiye işleri tümüyle bozuk.’’
‘’Sen mi düzelteceksin? Kaç okka geliyorsun?’’
Avanoslu Muharrem Bey. Köy okullarında çile çekmiş, sonra Ankara Gazi Terbiye’yi bitirmiş, bir tanıdık parlamenterin torpiliyle Maarif Vekaleti’nde şube müdürü yapılmış.
1972’de Nevşehir’e atandı muhterem. Müdür Yardımcısı. İyi, güzel. Gelir gelmez bir hız, bir hız. Bakıyorsun bir gün en kuzeydeki Kozaklı’da; bakıyorsun ertesi gün en güneydeki Derinkuyu’da. Kendini gösterecek ya, ilk fırsatta Müdür koltuğuna oturacak…
Gittiği ilçelerde sadece ortaokul ve birkaç ilkokul var. İlköğretim müdürlerini sorguya çekiyor, azarlıyor, tehdit ediyor. Havası da yerinde. Daha öyle kolay değil otomobil sahibi olmak. Avanoslu Muharrem Beyefendi’nin kaptıkaçtısı var; hem de Alman malı ( Daha ülkemizde Renault ve Murat 124 otomobiller- montaj – yeni piyasaya çıkıyor ).
Hızlı yürürsen çabuk yorulursun.
Hem de gittiğin yerde istediğin işi yapamazsın, umduğun sonuca ulaşamazsın.
Ardarda şikayetlerle, bir ders yılı içinde tükendi gitti muhterem.
Eğitim sosyolojisini, öğretmen psikolojisini de iyi biliyordu ya, ne olduysa…
…………………………………
1974-75 Ders Yılı…Ürgüp Lisesi…
Müdür Neşet Atay, yatılı bir öğrencinin dolabında yakalanan (!) bir kitabı getirmiş biyoloji öğretmenine vermiş. Kitabın adı : Kemalist Devrim İdeolojisi. Yazarı Emin Türk Eliçin. Özkonaklı ünlü eğitimci, 3M (Maarifin Mimli Muallimi).
Neşet Bey, incelemesi ve bir yazanak hazırlaması için kime veriyor kitabı ? Kırıkkaleli Ercan adlı bir yeni, genç öğretmene. Kimdir bu zat ? Biyoloji derslerine giriyor. Fizik Antropoloji mezunu .
Burada duralım. Ankara’da Eğitim Bakanlığı var.190 km Güneybatıda Ürgüp İlçesinin ortaokulu Liseye dönüştürülüyor . Fakat çok sayıda eğitim enstitüsü çıkışlı biyoloji öğretmeni olduğu halde, onlardan birini atamıyor. Aynı durum yabancı diller için de geçerli. Turistik belde burası, esnaf çocukları. Yalnız İngilizce değil, Almanca, Fransızca, İtalyanca, İspanyolca, Rusca, Japonca dersi verecek öğretmen de atanmalı.
Geçelim.
Demek istediğim şudur.
Müdür Bay Atay, bu kitabın sakıncalı mı değil mi, kararını verecek yetenekte bir insan değildir. Tek başına bir yarkurul. Küçük ilçe merkezlerinde esnafın dişlisi, müftü baskın rol oynar. Belki de Müdür’e baskı yapan müftüdür. Pörtlek gözlü o zat yumruğunu masaya vurup, bu kitabı okuyan öğrencinin cezalandırılmasını istemiştir. Elbet, kim verilen buyruğu uygular; o doğrultuda yazanak hazırlar? Fizik Antropolog Biyoloji hocası Ercan…
Sonuçta o öğrenci bir zarar gördü mü?
Yazanak sonucuna göre değil de, Valilik’in , Kaymakamlık’ın kararıyla öğrenciler dağıtıldı, sürgüne gönderildi. Kitap okumayı seven öğrenci de bu arada, arkadaşlarıyla birlikte sürgünlüğün acılarını taddı.
Tamam, hemşehrimiz Emin Türk Eliçin meğer bir kitap yazmamış; patlamaya hazır bomba yapmış…
……………………….
Öğretmenler odasında bir tartışma yaşadık. Hakaret etmişim beyefendiye. Beni karakola bildirmiş. İlçe İdare Kurulu’nda konu ele alınmış. ‘’Lüzumu Muhakeme Kararı’’ verilmiş. Kimler var bu kurulda? Ortaokul mezunu tapucu, lise birden terk mal müdürü, ortaokulu dışardan bitirmiş tahrirat katibi, ilkokuldan sonra 5 yıl okumuş, öğretmen olmuş ilköğretim müdürü, hükümet tabibi…
İyi, güzel…Yargılanırız…
İlçeyi yönetenler…Demokrasinin tüm kurum ve kurallarıyla işlediği bir ortamda görev yapıyorlar.
XX. Yüzyılın son çeyreği…
……………………..
‘’ Sen , telefon gelirse cevap ver, ben gidip kapıya, biraz hoca kovalayayım.’’
Fakülte’nin dekan vekili Naif Ketencioğlu, sekreter Ahmet Yeşer’e böyle buyruk veriyor.
Kendisi fizik doçenti. Öğrencileri fizik öğretmeni olacak. İdeal olarak onu görmeleri gerek. Fakat, zat-ı muhteremin ders verdiği yok. Gündüz, gece sarhoş. Aylığını içkiye yatırıyor. Odasında emniyet görevlisi konuğu eksik olmuyor. Bir ders tam olarak, 50 dakika işlediğini gören yok. Özünü öğmeyi seviyor, Van Üniversitesi’ne kış kıyamette ders vermeğe gitmiş de…Hiç aksatmadan, otobüs yolculuğunun tehlikelerini göze alarak…
Sonra…Nizamiye kapısında güya , kim dersini vermeden gidiyor, onları denetleyecek. Hoca kovalamak dediği bu eylem…Sanki köpek koğuşturuyor ?
Vekalet dediğin böyle yürütülür işte. Öğretmen eğitimi ? Geçiniz…Yurt çocuklarını eğitecek bilinçli öğretmenlerin yetiştirilmesi…Geçiniz…Kimin umurunda ?
Liyakat…Ehliyet…
………………………….
Doçent olarak gelmiş, kadro ferahlığından yararlanıp, bir hafta içinde Diş Hekimliği Fakültesi’nde prof olmuştu: Tahir Yücesoy. Hemen yayıldı ünü: Yozgat’ın asilzade bir ailesine mensupmuş. Ala ve rana.
Hemen ardından rektör yardımcısı yapıldı. Bir hız, bir hız…Bölüm başkanlarını toplantıya çağırmış. Gittik. Kutladık. Hiç yüz vermiyor. İyi dileklerimizi bile kabul etmiyor. Fakülte kütüphanelerine bir düzenleme, iyileşme getirmek istiyor. Bizim okulumuzda Eğitim Enstitüsü döneminden kalma birkaç kitap var, o kadar. Bütçeden pay ayrılıp da yenileri alınmamış. Eski Maarif Vekaleti’nin al çerçeveli te’lif ve çeviri pek değerli betikleri de yeterli olmaktan uzak. Kitaplık kolu oluşturuluyor. Ben de yer alıyorum çizelgede.
Tahir Bey masanın üzerinde duran bir kitap yığınını göstererek, konuşuyor :
‘’ Bunları alın, götürün, öğrencileriniz okusun.’’
Bakıyorum. Tümüyle gerici yayınlar. Urfa Belediye Başkanı bir zat göndermiş, üniversiteye armağanıymış. Her kitaba tek tek kaşe vurulmuş.
‘’ Bunlar tarihi kıymeti haiz kitaplar,’’ diyerek övgüsünü de esirgemiyor Tahir Bey.
‘’ Tarih öyle basite alınacak bir konu değil,’’ diyorum.
Bozuluyor, yüzünün boyağı değişiyor.
‘’ Bu kitaplar irticayı öğen basit risaleler. Ben kendi fakültemde bunların kütüphanede yer almasını istemem, ‘’ diyorum.
Kaş altından bakıyor, sonra gözlerini kaçırıyor.
‘’ Ben sana gösteririm Doçent efendi,’’ demek istiyor. ’’Sen kimsin yahu! Ben Prof Dr…Rektör yardımcısıyım hem de..’’
Toplantı bitiyor. O kitaplar orada kalıyor.
Güya ayda bir toplantı kararı alınmıştı.
Bir ay sonra Tahir Bey’in sekreterine telefon ediyorum. Durumu söylüyorum, toplantının ne zaman olacağını soruyorum.
Kısa bir sessizlik. Sekreter kızın sesi ikircikli geliyor.
‘’ Hocam, toplantı bugün de…Çizelgede adınızın üstü çizilmiş. Tahir Bey not düşmüş. Toplantıya katılmasına lüzum yok, diye.’’
Anlaşıldı; ehliyetli, liyakatli, yayınları izleyen, iyi yetişmiş (!) bir eğitbilimci bulunmuştur. Benim yerime o katılacak toplantıya…
…………………………..
Bir kutu içinde kitaplarımı, makalelerimin ayrı basımlarını götürüp Rektörlük Yazı İşleri Müdürlüğü’ne teslim ediyorum.
Yeni karar alınmış. Üniversite Senatosu bir doçentin profesör unvanı alabilmesi için bir yarkurul kararına gerek görüyormuş. Sonra asıl bilim kurulu üyelerine gönderilecek, onlardan gelen yazılar dikkate alınarak karar verilecek. Eski köye yeni adet.
Bir hafta sonra duyuldu. Dedikodu gibi ; yavşak yavşak…
‘’Yav, epey kitabı var da, hep tek imzalı.’’
Kimler var yazanak hazırlayacak kurulda? Bir fizikçi, bir resimci, bir edebiyatçı, bir ingilizceci…Bir de eğitimbilimci.
Kendileri nasıl aldılar acaba prof unvanını ? Takla atarak mı ?
Büyük bir eksiklik. İlla iki, üç imzalı olmalıymış sunulan yayınlar.
Geç kaldık…Göbeğimizi kendimiz kesmişiz bu yapayalnız dünyada. Nerden bulacağız ikinci, üçüncü kişiyi ?
…………………………..