Firen - Emrullah Güney'in Kaleminden

Firensiz bir otomobille 750 km...Diyarbakır, Elazığ, Malatya, Kayseri…Bitmez tükenmez yollar…Firen var da, zayıf...Balatalar yıprak...Trafik ışıklarında durmak gerektiğinde ne yapacaksın?Tehlikeli...Kendinden başka üç kişinin yaş

Abone Ol

Firensiz bir otomobille 750 km...

Diyarbakır, Elazığ, Malatya, Kayseri…

Bitmez tükenmez yollar…

Firen var da, zayıf...Balatalar yıprak...

Trafik ışıklarında durmak gerektiğinde ne yapacaksın?

Tehlikeli...Kendinden başka üç kişinin yaşam güvenliği de sana kalmış.

Sorumluluk ağır...

..............................

Bizimkileri Kayseri'de Refiye Abla'ya bırakıp, Sanayi Sitesi'nde iyi bir firenci arıyorum. Sorup öğreniyorum. Önerdikleri Yasin usta epey uzakta. Olsun. Bir bildikleri var ki , söylediler. Sürüyorum Murat 124'ü.

Atelyenin önüne çekiyorum arabayı. Çıraklar hemen toplanıyorlar başına. Usta içerde, camekanlı üst bölümde izliyor. İnsan gelir, bir hoş geldin der, değil mi, yok.

Doymuşlar.

Nerden belli? Pırıl pırıl bir Mercedes tüm görkemiyle duruyor atelyenin önünde, ağacın altında. Göz kamaştırıyor. Tahmin ediyorum, Usta'nın Kayseri içinde bir apartmanı, Hisarcık'ta yazlık evi, Talas’ta bağ evi, Yalova'da deniz kıyısında villası vardır.

Olmasın mı? Benim bir maaşımı onlar yarım saatte kazanırlar.

'' Valla, iyi cesaret, bu arabayla 750 km sürüp geldin ha! '' diyor çırak.

'' Biz yola çıkamazdık bu arabayla '' diyor diger çırak.

Göz ucuyla bakıyorum, usta hala içerde, yanımıza gelmiyor.

Anahtarı veriyorum. Çırak arabayı çekiyor uygun yere. Önünü  krikoyla kaldırıyor. Lastikleri söküyor. Balataları değiştiriyor. Yarım saat sürüyor uğraşma. Sonra çalıştırıp son sürat atelyenin önünden ayrılıyor, çırak arkadaşına göz kırparken sırıtıyor, bir tur atıyor caddede. Nereye gittiğini görmüyorum. Yitip gitmiş. Endişeliyim. Yarım saat sonra dönüp geliyor.

'' Tamamdır Hocam,'' diyor. '' Cillop gibi olmuş. Emniyet tam.''

İçeri giriyorum. Kısa boylu, göbekli mümin usta, oturmuş halı döşeli küçük camekanlı odaya, Kur'anı Kerim dinliyor kasetçalardan. Çemenli pastırma kokusu havada. Derin bir huşu içinde Usta . Yazıp çiziyor, düşünüyor, ekliyor bazı rakamları. Hesap makinasının tuşlarına basıyor, bir katalogdan balata fiyatlarına bakıyor.

Öyle bir fiyat çıkıyor ki, aylığımın yarısı...

Amandı, yamandı...Daha buradan Ürgüp'e gidip bir ay yaşayacağız, belki Mersin sahillerine ineceğiz.

Nasıl öderim ? Daha kredi kartı da yok ortada.

Usta konuşmuyor. Yazdıklarını gösteriyor...

Cüzdanımı çıkarıp gösteriyorum. Daha dün aylığımızı almıştık.

Ödememi istediği toplam paranın onda birini veriyorum. Gözlerini devirip homurdanıyor. Ne dediğini anlamıyorum...

'' Bu ne yahu! Anahtarı bırakayım, araba sizin olsun bari.''

Ne bir güzel söz, ne güle güle...

Kayseri esnafı, zanaatçısı böyle miydi ?

...................

Dedem rahmetli Hüseyin Çavuş bir köylü filozof, derdi ki '' Oğlum, paranın gittiğine bakma; işin bittiğine bak !''

İyi. Bu da bir başarı.

Binip sürüyorum. İçim içime sığmıyor.  Arabanın radyosu yok. Bet sesimle bir türkü tutturup Refiye Abla'nın Fevzi Çakmak Mahallesi'ndeki evine doğru sürüyorum.

O da ne?

Araba zorlanıyor. Ayağımı gaz pedalından çekince motor stop ediyor. Fazla basınca gidiyor ama, zor ilerliyor. Sağdan, soldan lüks otomobilleriyle geçenler bana bakıp gülüyorlar. Çağdışı kalmışız bu otomobille.

Yolun kenarına çekip arabayı, inip bakıyorum. Motor kapağını kaldırıyorum; bir sıcaklık yüzüme vuruyor. Radyatör kapağını elim yanarak çevirip açıyorum. Bir buhar sütunu yükseliyor. Su kalmamış gibi.

Ertesi gün arefe. Sonra bayram. Atelyelerde kimse olmaz.

Netmeli, neylemeli ?

Eve de yaklaşmışım. Fakat, bu durumda Ürgüp'e de gidemeyiz.

Yakındaki bir bakkaldan su istiyorum. Bidonla musluktan su doldurup radyatör deposunu dolduruyorum. İyi, güzel. Artık yola çıkabilirim. Yine aynı, gaz vermeyince motor duruyor, yüklenince de ısınıyor.

Karar veriyorum. Geri dönüyorum.

Usta bu kez atelyenin önünde. Çıraklara buyruk yağdırıyor.

Anlatıyorum. Çıraklar suçlanıyorlar. İkisi de mahcup. Fakat, usta onlara bir şey demiyor.Ne bir özür dileme, ne bir ‘’hata bizde’’ sözü. Pişkinlik…

'' Ayarı iyi yapılmamış. Olur, düzeltelim ''

Bu kez kendisi uğraşıyor. Tekerler sökülüyor. Balatalar denetleniyor. Ayarları yapılıyor. Tamaam. Yarım saat içinde bitiyor.

Arabaya biniyorum. Direksiyona el atıyorum. Anahtarı yerine sokup çevirmeğe çalışıyorum. Yasin Usta uzanıp anahtarı yerinden çıkarıp alıyor.

'' Borcunu ödemedin yav! '' diyor. Ağır çemen kokusu yayılıyor arabanın içine.

'' Ne borcu?'' diyorum. ''Ödedim ya. Hata çırakların. İkinci gelişim bu hatadan dolayı. Keyfimden gelmedim buraya. Ya değilse, şimdi çocuklarımın yanında olacaktım. Gezip bayramlık alıyor olacaktım.''

Uzanıp elindeki anahtarı çekip alıyorum. Boş bulunuyor, hamle etse de vermiyorum artık.

Çıraklar bizi izliyor, mahcup. Usta, sokranıp homurdanıyor.

'' Geldiğime geleceğime pişman oldum yahu,'' diyorum. '' Bir müşteri kaybettin usta.''

Kanlı gözlerini devire devire bana bakıyor Yasin Usta. Sevginin zerresi yok bu bakışlarda. Saygı? O da ne ?

Belleğimde bir göbek kalıyor;şiş,topça...

Güneş batmak üzere. İşlikler kapanıyor ardarda. Kayseri, akşamı karşılıyor. Bir bayram öncesinin telaşı yaşanıyor.

Yine de özümü kazançlı sayıyorum.

Nasıl mı?

Onarım süresince,komşu yedek parça dükkanı sahibi Resul ile söyleştik. Boğazlıyan’ın bir köyünden 30 yıl önce göç etmiş bu kadim medeniyet merkezi (makarrı ulema)  şehire. Bir fıkra, daha doğrusu bir ‘’kara mizah-siyah gülmece’’ örneği anlattı Resul : ‘’ Bir yılan ile bir Kayseriliyi çuvala koyup atmışlar bir köşeye. Biraz sonra yılan başlamış bağırmağa: ‘ Çıkarın beni burdaaan! Kayserili beni sokuyooor’. ‘’

………………………

Yıprak otomobiliyle bir öğretmen... İçi buruk, fakat dünyanın kaç bucak olduğunu anlamanın da bir kazanç olduğunu düşünerek ( züğürt tesellisi, avunma ) , deneyimlerine ''güvensizliği'' de ekleyerek yola düşüyor, eşinin ve çocuklarının yanına ulaşıyor.

Havada çemenli pastırma kokusu...

Erciyes Baba'nın başı dumanlı...

..................                Temmuz 1986 ,  Ürgüp