Hayatın bir yanı belki de tamamına yakını öykülerin gerçekliğine işaret eder. Nitekim öyküler gerçekliği kadar muhayyilede canlanan, tasavvur edilen duygu ve düşünceleri de kapsar. Birçok yönüyle de çeşitlilik arz eder. Bu bakımdan iç içe olduğu kadar yan ilişkileri de kurcalar. Bir birini tamamlar. Yeni kapılar açar. Suyun mecrasında ilerlediği gibi aka aka yerini bulur, ulaşacağı yere ulaşır. Sezer, sezdirir. Anlatmak istediğini doğrudan veya alegorik bir biçimde olay veya durum örgüsünde kayıt altına alır.
İnsanların garip hallerini, olağan dışı durumlarını, şaşırtıcı bir hal içinde karşımıza çıkartır. Çoğu zamanda hiç beklenmedik bir biçimde. Kısa, yalın, dolgun ve fakat kısa ve gerçekçi bir duyguyla fikirle zihinlere akar. Öncelikli olarak en iyi bir halde insanı anlatır ve anlatmak da mecburiyeti vardır. Zira öyküler iyi veya kötü bir dayanağa bağlansa da can alıcı bir yöntemle kendini okutturmalıdır.
Öykücülük dönem içinde kendini yenileme ihtiyacı da duymalıdır. Kalıcılık öykünün konu, tema, anlatım, tarzında gizli olsa da yeni metotlar aramalıdır. Özgünlüğü öykücülüğün başarı sırrını ifşa eder.
Öykü demek bir yanıyla da başkalarının anladığını yazmak demek değildir. Anlayacağını önceden sezip sürprizlere açık, merak unsurunu yerine göre üst seviyelere taşımak, yeni heyecanlar katmak demektir. Bu sebeple kalemin işi oldukça zor ve çetindir.
İnsanın bitmeyen merak merhalesini öyküyle ileri taşımak ve onu süslemek pek kolay olmasa da vakıa veya tespitlerin yerli yerine oturması elzemdir.
İnsan daima kuşatılma içindedir. Bu kuşatılmada insanın rolü de, katkısı da pek çoktur. Öyküyle kuşatılma ister istemez arsız kalemleri de rahat bırakmaz. Daha doğrusu öylesi kalemler şeytanın gemini boşa alırlar. Kötü işler, cinsellik denen baş belası gibi durumlar, ifritçe kurgular; bu yazarlar yani ahlaki çöküntüyü mubah görenler tarafından bazı zayıf insanları çepeçevre kuşatırlar. Öyküde insan hem içten hem de dıştan kuşatılır. Bu perçinleme de ahlaki bir anlayışın, kaybolan değerlerin erozyona uğramasından farksızdır.
Öykü de konu ve olay kadar hatta daha fazlası dil için de birinci önceliği olan bir durumdur. Bu bakımdan haysiyet, ahlak, erdem kendine yer bulmalıdır yazarda. Yoksa ahlaksızlık yapmak kimilerine göre çok basit bir örgüden ibarettir. Önemli olan içten ve dıştan fethedilemeyecek sağlam, düzgün, dürüst ve karakterli bir bünyeye sahip olmaktır aslolan. Güç diğerlerini etkileme becerisi ise bu öykü yazarında da olmalıdır.
Yasalar bizlere belirli bir durumda neler yapabileceğinizi ve neler yapamayacağınızı söyler. Ahlak ise size ne yapmanız gerektiğini fısıldar. Yetiniz ona göre hareket eder. Öyküde de yazarın mesuliyeti vardır. Bu bakımdan öykülerde; kişisel, mesleki, toplumsal ve ahlaki değerlerle akıl yürüterek varılan nedenler gözden ırak tutulmamalıdır. Etiğe uygun karar vermek kadar öyküde de bu değerler unutulmamalıdır. Çünkü günlük yaşananlarla bir anlam veya anlamsızlık kazanmaktadır. Ahlaki yapıya vurgu yapmak demek kötü olanı yok saymak gibi bir anlam taşımaz; bizim söylediğimiz şey yazarın ahlaki tutumuyla alakalıdır. Elbette kıyaslama hayatta olduğu gibi öykülerde de yer alır. Siz iyiyi kötü sayesinde daha iyi, daha gerçekçi anlatabilirsiniz. Bütün mesele budur.
Her yazar; hayata saygı ve insan dayanışması, doğruluk, adillik ve bağımsızlık gibi temel değerleri gözetmelidir. Görevi ve sorumluluğunun şuurunda olmalıdır.
Gerçek hayatta yalan söylememek, gereksiz yere başkalarının veya birinin mülkünün zarar görmesine neden olmamak gibi temel yasaklara nasıl riayet etmek istiyorsa öykülerinde de gerçek değerlere sahip çıkmalı; hak ve hakikat yolundan ayrılmamalıdır.
Öyküler rızayı etik olanı es geçmemelidir. Ahlaki olan her şey aynı zamanda estetiktir ve etikten mahrum olan estetik ise güzel olana çekilen bir tetiktir. "Kötü ahlak, öyle bir fenalıktır ki, onunla yapılan birçok iyilikler fayda vermez Güzel ahlak, öyle bir iyiliktir ki, onunla yapılan günahlar bile affa uğrar."
Bütün mesele bunun fevkinde ve sorumluluğunda olmaktır.