Türk Eğitim-Sen Nevşehir Şube Başkanı Tayfur Urgenç’in, 19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı dolayısıyla yaptığı basın açıklamasıdır. Parolamız tektir ve değişmez: Ya istiklal, ya ölüm!

"Sizler, yani yeni Türkiye’nin genç evlatları, yorulsanız dahi beni takip edeceksiniz. Dinlenmemek üzere yürümeye karar verenler, asla ve asla yorulmazlar. Türk gençliği gayeye, bizim yüksek idealimize durmadan, yorulmadan yürüyecektir." M. Kemal Atatürk.

1914-1918 yılları Türk yurdunda vahşi bir bozgunun yaşandığı, Türk devletinin siyasi ve ekonomik egemenliğini ele geçirmek isteyen yayılmacıların zaten harap ve tükenmiş topraklarımız üzerinde acımasızca paylaşım planları yaptığı, memleketimizin her karışına düşman postallarının peydahlandığı yıllardı. Türk milletinin üzerine gam çökmüştü. Buna rağmen irfan sahibi, onurlu, başını yere eğmeyen, tarih bilinci, mücadele azmi yüksek milletimiz, ekmeğini yediği, suyunu içtiği, değerlerini yaşattığı, ruhunu büyüttüğü topraklarının bağımsızlığı için kefen giymeye razıydı. Bu yaşananlar tarihin cengaverleri olan Türkler için adeta bir imtihandı.

Zira Türkler tarih sahnesinde her daim büyüleyici zaferlerle çıktı.1071'de Malazgirt Zaferiyle Anadolu'nun kapıları Türklere açılırken, 1176'da Miryokefalonla, 1364'te Sırpsındığıyla, 1389'da I. Kosovayla, 1396'da Niğboluyla, 1448'de II. Kosovayla, 1453'te İstanbul'un fethiyle, 1516'da Mercidabıkla, 1526'da Mohaçla, 1538'de Preveze Deniz Muharebesi, 1601'de Kajine savunmasında olduğu gibi yine Türkler tarihi zaferleriyle süsleyecekti. Çünkü o gururlu, bağımsızlığı için yaşayan, bayrağına tutkun, topraklarını yavrusu gibi gören Türkler asla havlu atmazdı. Akılda, fikirde sadece "vatanın selameti" vardı.

Havada, karada ve denizde gerçekleşen, güçlü devletlerin en modern savaş teçhizatlarını, teknolojilerini kullandığı 1. Dünya Savaşıyla yeni bir var olma savaşı veren Türk milleti, 1915 yılında Çanakkale'de, kendisini hiçliğin karanlığına teslimiyet göstermesini arzulayan gafil ve hainlere adeta diz çöktürdü. Kilitbahir'de, Arı burnunda, Anafartalar'da, Conkbayırı'nda ortalık mahşer yerini andırırken, şafak vakitleri gökyüzü feryatlara boğulurken, göğüs göğüse yaşanan bu inanılmaz çarpışma sonucunda Türk milleti eşine az rastlanır bir zafere nail olmuştu. Bu zaferin ardında öyle bir başarı hikayesi yatıyordu ki; kınalı kuzularını cepheye gönderen analar, yırtık kıyafetlerine, delik çarıklarına aldırmadan vatan savunmasına katılan 15'likler, sadece dokuma tezgahlarında, tarlada, aşının başında değil, hem cephede hem de sağlık hizmetlerinde, yardım kuruluşlarında, askerlere malzeme hazırlanmasında aktif rol oynayan Türk kadınları, sinsi dumanların gözcülüğünde verilen ölüm kalım çarpışması sırasında çıplak ayakla ateş üstünde yürüyen askerlerimiz anlatabilirdi. Bu zafer Türk ordusuna müthiş bir moral ve motivasyon aşılarken, Türkler, bağımsızlığına temessük ettiğini tüm dünyaya duyurdu.

Ancak 1. Dünya Savaşı'nın sonuna gelindiğinde binlerce yıllık kadim Türk toprakları zulmete gömülmüştü. Yedi cihana at süren, himayesindeki milletlere adil bir şekilde hükmetmiş Türkler bu manzaraya elbette menus değildi. İşte bu esnada Çanakkale Savaşı'ndaki taktikleri, komuta kabiliyeti ve başarısıyla "Anafartalar kahramanı" olarak nam salan Mustafa Kemal, bir kez daha destan yazmak için mücadele arkadaşlarıyla kolları sıvadı. Türklerin özlemini duyduğu bağımsızlığı onlara armağan etmekte kararlı ve inançlıydı. Kurtuluş ateşinin çok geç olmadan yakılması gerekiyordu.

Rota Samsun'du. Öncelikle hangi gemiyle seyahat edileceği belirlenecekti. Savaş yarası alan gemiler onarımdaydı. Karadeniz’e seyahat için daha çok Marmara kıyılarında çalıştırılan Bandırma Vapuru belirlendi. Karadeniz, 41 yaşındaki Bandırma Vapuru için tam bir bilmeceydi. Bandırma Vapuru 16 gün hazırlandı bu nadide yolculuğa. Ardından 16 Mayıs'ta deneyim sahibi İsmail Hakkı kaptanlığında Türk yurdunun mukadderatını belirlemek üzere Karadeniz'in azgın sularında ihtimamla ilerledi. Mustafa Kemal'in talimatıyla kıyıya yakın rotalar takip edildi. Nihayet 19 Mayıs sabahı Samsun'a vardığında, Bandırma Vapuru, milli mücadelenin yol başçısını sağ salim ulaştırmanın gururunu yaşıyordu. İşte o andan itibaren Türk topraklarına yepyeni bir güneş doğmuştu. Bağımsızlık inancı ete kemiğe bürünüyordu.

Mustafa Kemal'in Samsun'a çıkmasının ardından Havza Genelgesi ile Amasya Genelgesi yayınlandı. Erzurum ve Sivas Kongreleriyle mandaterlik reddedildi, vatanın bölünmez bir bütün olduğu, parçalanamayacağı ifade edilerek, Kurtuluş Savaşı tüm cihana duyuruldu. O dönemde milli varlığa zararlı cemiyetler faaliyetlerini artırırken; mandaterliği savunan, ecdadının mirasına saygı göstermeyen istila seviciler de vardı. Bu cenahın yeni, aydınlık, bağımsız bir devletin kurulmasına engel olmak ve işgal şemsiyesi altında kendi öz yurdunda yabancı olarak yaşamak ve dışarıya payandalık yapmak için yapamayacakları şey yoktu. Cılızlıktan, omursuzluktan, ahlaksızlıktan yana saf tutan, mankurtlaşmış, benliği satılığa çıkarılmış, ruhu işgal edilmiş bu cenah, kurtuluş kapılarının açılmaması için adeta direniyordu. Tabi bu hastalıklı zihinler karşısında mertçe direnen vatan sevdalılarının, takva sahiplerinin sayısı çok daha fazlaydı. Tıpkı Sivas Kongresine katılan gençlerden Tıbbiyeli Hikmet Bey gibi.

Tıbbiyeli Hikmet Bey, Sivas Kongresi'nde Mustafa Kemal'e hitaben yaptığı konuşmada, "Paşam, murahhası bulunduğum tıbbiyeliler beni buraya istiklâl davamızı başarma yolundaki mesaiye katılmak üzere gönderdiler, mandayı kabul edemem. Eğer kabul edecek olanlar varsa, bunlar her kim olurlarsa olsunlar şiddetle red ve takbih ederiz. Farz-ı mahal, manda fikrini siz kabul ederseniz, sizi de reddeder, Mustafa Kemal’i vatan kurtarıcısı değil vatan batırıcısı olarak adlandırır ve tel’in ederiz" demişti. Bu konuşma Mustafa Kemal'in gençliğe güvenini perçinlemiş ve şu sözlerle coşkusunu ifade etmişti. "Evlat; müsterih ol. Gençlikle iftihar ediyorum ve gençliğe güveniyorum. Biz, azınlıkta kalsak dahi mandayı kabul etmeyeceğiz. Parolamız tektir ve değişmez: Ya istiklal, ya ölüm!"

Kongrelerde alınan kararlarla birlikte tüm yurt sathında topyekün mücadele şiddetini artırdı. Aziz vatanın kaybedilmemesi, gözyaşları oluk oluk akan milletimizin ızdırabının dindirilmesi, cepheye yalınayak mühimmat ve erzak taşıyan çocukların gözlerindeki umudun yeşertilmesi için hem askerlerimiz hem de Kuvayı Milliye birlikleri cesurca savaştılar. Savaşçı Türk kadınları da kah sırtında taşıdı mermileri kah kağnı kasalarında... Şehidinin matemini bile tutamadan soluğu cephede alanlar, müfrezesini yüreklendirenler, elinde Türk bayrağıyla koşar adım şehadete yürüyenler... Yaşlı dedeler, nineler de bu ulvi savaşta rol çaldılar. Milletimizin makus kaderini değiştirmeye niyetliydiler. Çünkü ay yıldızlı al bayrağımız çiğnenemez, vatan hudutları aşılamazdı! Vuslata ramak kalmıştı.

Savaş devam ederken tam da 23 Nisan 1920'de Mustafa Kemal öncülüğünde Büyük Millet Meclisi açıldı ve yeni Türk devletinin temelleri atıldı. Zira Atatürk Nutuk'ta Meclisin açıldığı günlerde izlenmesi gereken siyasi ilkenin "ulusal siyaset" olduğunu belirtti. Artık Kurtuluş Savaşı; millet egemenliğini, demokrasiyi, bağımsızlığı umde edinmiş Gazi Meclis tarafından yönetiliyordu. Övgüye layık ve menkıbevi bir mücadele can buldu. Tam bağımsızlık işte bu şekilde kazanıldı. Yeni Türk Devleti'nin varlığının tüm dünya tarafından tanındığı Lozan Barış Antlaşması’na uzanan ve 29 Ekim 1923 tarihinde Cumhuriyetin ilan edilmesiyle hak ettiği gün doğumuna ulaşan Türk milleti tertemiz alnıyla, gururla bastığı topraklarında artık müstakildi.

*

Genç Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin eğitimden, kültüre, bilimden, ekonomiye, sanayiye kadar birçok alanda yaptığı cesurca atılımlarla bugünlere ulaştık. Bu süreçte Atatürk Türk Gençliğini hep el üstünde tuttu. Çünkü onlara güveniyor, inanıyordu. O gençler bağımsızlığa tutunarak, beslendikleri bu topraklara zarar gelmemesi için Kurtuluş Savaşı'nda da öncü rol üstlenmişlerdi. Aralarında Harbiyeli de vardı, Mülkiyeli de, Tıbbiyeli de... Eli, kolu bağlı bir şekilde duramayan, dimağında vatan ülküsü, sinesinde var oluşunun tılsımı, dilinde istiklal yemini olan gençlerimiz okul sıralarından savaş meydanlarına akın etmişti. Gencecik yaşta toprağa düşme pahasına cephede son nefeslerine kadar çarpıştılar. Belki okullarından mezun olamadılar ama Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin kurulmasına harç oldular.

Bu nedenle Türk gençleri tıpkı Atatürk'ün sözlerinde ifade ettiği gibi mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temelinin Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmek olduğunu çok iyi bilmekte ve bir gün, İstiklâl ve Cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşerse, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağı vaziyetin imkân ve şerâitini düşünmeyecektir.

*

Atatürk gençlerin eğitimine de çok önem veriyordu. Kütahya-Eskişehir Savaşları devam ederken, 15-21 Temmuz 1921 tarihlerinde ülkenin en seçkin eğitimcilerini bir araya getirdi ve 1. Maarif Kongresini düzenleyerek, zafer sonrasında kurulacak yeni Türkiye Cumhuriyeti Devletinin eğitim sisteminin temellerini attı. Çünkü eğitimden yoksun, eğitimi arazlı bir devletin gençlere sunacağı hiçbir vasıta yoktu. Atatürk, o kongrede de gençliğe seslendi ve gelecek için hazırlanan vatan çocuklarına, hiçbir zorluk karşısında baş eğmeyerek sabırla çalışmalarını öğütledi. Bu öğüt Türk gençliğinin bugün dahi kulağında küpedir.

Atatürk gençliğe iyi bir gelecek bırakmak için çabaladı. İşte bu yüzdendir 3 Mart 1924'te Tevhid-i Tedrisat Kanunu, 1926'da Maarif Teşkilatı Hakkında Kanun çıkarılması, 1 Kasım 1928'de yeni Türk Harflerinin kabulü, 1931'de Türk Tarih Kurumu, 1932'de Türk Dil Kurumunun açılması, 1933 yılında üniversite reformunun gerçekleştirilmesi. Ne kadar minnettar olsak azdır.

*

Bugüne gelindiğinde; 19 Mayıs Atatürk'ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı'nda gençlerin sorunlarına ışık tutmak, beklentilerini tespit etmek, onların gözüyle Türkiye'yi ve dünyayı görmek önceliğimiz olmalıdır.

Günümüz gençliğinin en büyük sınavı işsizlikledir. TÜİK istatistiklerine göre 15-24 yaş grubunu kapsayan genç nüfusta işsizlik oranı yüzde 25 oldu. Pandeminin de etkisiyle işlerini kaybeden gençler, pırıl pırıl hayallerle diplomasını henüz almışken, işsizlik gerçeğiyle yüz yüze kalan gençler, zorunlu izne çıkarılan, en verimli dönemlerini evde geçiren gençler.... Her biri bu buhranlı dönemleri atlatacağı, kendisi ve ailesinin emeklerinin karşılığını alacağı aydınlık günlerin gelmesini bekliyor.

İleri düzeyde eğitim almasına rağmen iş bulamayan, aldıkları eğitime uygun bir pozisyonda çalışamayan ya da projelerine, araştırmalarına kaynak ayrılmayan gençlerimizin bir kısmı farklı ülkelerde iş ve hayat kurma arayışına girmektedir. "Beyin göçü" dediğimiz kalifiye, eğitimli, donanımlı gençlerin yabancı bir başka gelişmiş ülkeye yerleşip çalışmak için ülkemizden ayrılması, bu gençlerin kaybedilmesi ciddi bir zafiyettir. Bu noktada yüksek donanımlı gençlerimizi belirsizliğe savurmak yerine, onlara yeterli kaynaklar sunarak ülkemize hizmet etmelerini sağlamak için teşvik etmek önceliğimiz olmalıdır.

Peki gençler için devletimiz hangi somut adımları atmalı? Bu noktada yapılması gereken en önemli hamle belki de okul öncesinden itibaren tüm kademelerde çağın gereklerine ve cumhuriyetin muhtevasına uygun, bilimsel ihtiyaç ve kazanımları yörüngesine alan, milli ve evrensel değerlere uygun bir eğitim politikasının belirlenmesidir. Müfredat üzerine çalışmalar yaparak, çocuklarımızı, gençlerimizi boğmadan bir içerik geliştirilmeli, aksayan yönler üzerinde ciddi bir tedavi süreci yürütülmelidir.

Gerek bilgi, birikim aşılamasında gerekse çocuklarımızı hayata hazırlamakta başat rolü olan öğretmenlerimizin sayısını artırmalıyız ki, eğitim, bilim, kültür ve sanat alanlarında öncü ülkeler arasında olalım. Öğretmen sayısı yetersiz ise hedeflerinize ulaşmakta başarılı olamazsınız. Bu nedenle gençlerimizin bayramında temel talebimiz ülkemizdeki öğretmen atama sayısının ihtiyacı ve beklentileri karşılayacak düzeyde artırılmasıdır.

"Meslek lisesi memleket meselesi" denilmesine rağmen bu önermeyle taban tabana zıt uygulamalara şahit oluyoruz. Oysa meslek liselerimiz salgın döneminde kısıtlı bütçelerine rağmen dezenfektan, maske, solunum cihazları üreterek, öğretmeni ve öğrencisiyle kriz döneminde hayat pınarımız olmuştur. Böylesine önemli bir işlevi olan bu okullarımız konusunda yapılması gereken; meslek lisesi algısının düzeltilmesi, öğrencilerin bu okulları tercih etmesi için gerekli tedbirlerin alınmasıdır. Nitelikli ara eleman ihtiyacının sağlanması, iş gücü ve istihdamın desteklenmesi, gençlerimize fırsat verilmesi noktasında meslek liselerinin önemi göz önüne alındığında bu okullara fiziki ve alt yapı yatırımı yapılması, teşvik verilmesi, niteliklerinin artırılarak öğrencilerin tercih edeceği gözde okullar arasında yer alması hedefimiz olmalıdır.

Ülkemizde üniversite sayısı 209'a ulaşmıştır. Ancak ülkemizde üniversitelerin sayıca fazlalığı, hepsinin verim ve kalite yönüyle yüksek düzeyde olduğunu göstermiyor. Ne yazık ki köklü üniversiteler dışında birçok üniversite yeterli fiziki alt yapı ve teknik donanıma sahip değildir, akademisyen görevlendirmekte dahi sorun yaşamaktadır, AR-GE faaliyetleri ve bilimsel çalışmaları teşvik etmekten uzaktır, bir kısmı tabela üniversitesi olmaktan öteye gidememiştir. Dolayısıyla yapılması gereken üniversite sayısının artırılmasının yanı sıra, üniversitelerimize yeterli kaynak sağlayıp, mevcut koşullarını iyileştirerek verimliliklerini artırmaktır.

Bu eksende toplumların karakteristiği olan değişim ile toplumsal değişmeyi etkileyen faktörlerden biri olan küreselleşme göz önüne alınarak, gençlerimizin sorunlarının çözülmesi gerek müreffeh yarınlara hazırlanmaları gerekse doyum alan ve mutlu bireyler olarak hayatlarını sürdürmeleri ve ülkesine hizmet etmeleri noktasında çok önemlidir. Bilinmelidir ki; Türk gençliğinin dünya üzerinde fikirlerinin kabul görmesi, bilgi ve donanım yönüyle tercih edilmesi, rekabetçi dünya düzeninde yerini alması; her alanda çağı yakalamak ve bunu yaparken de gençlerimizin tarihi birikim ve tecrübeleri önlerine ışık tutan bir fener olarak kullanmasıyla mümkündür.

Öte yandan şunu da belirtmek isteriz ki; 21. yüzyılın Türk gençleri, Kurtuluş Savaşı yıllarındaki Türk gençleri gibi tarihi hafızası olan, değerlerini pazarlık konusu yapmayan, milli bilincini örselemeye çalışanlara geçit vermeyen bir gençliktir. Tehlike anında her birinin alacağı pozisyon ecdadın yaptığı gibi millilikten taraf olacaktır. Buna inancımız tamdır. Çünkü nesiller geçse de Türk gençliği Atamızın açtığı yolda, gösterdiği hedeflere hiç durmadan yürümeye ant içmiştir.

Bu vesileyle 19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı’nı kutluyor; başta devletimizin kurucusu büyük Atatürk ve silah arkadaşları olmak üzere tüm aziz şehitlerimizi bir kez daha saygı, minnet ve dualarla anıyoruz.

Saygılarımızla.