Sihir, hakikat olmayan bir şeyi gerçek gibi göstermektir. Hazreti Musa İle karşılaşan sihirbazlar yere attıkları objeleri yılan gibi hareket eder halde gösterdiler. '(Hazreti Musa sihirbazlara) hayır siz atın dedi. Bir de baktı ki onların ipleri ve sopaları yaptıkları sihirden ötürü kendisine doğru akıp geliyor gibi görünüyor! Musa birden içinde bir korku duydu. Korkma! dedik, Üstün gelecek olan kesinlikle sensin' (Taha Suresi 66,67,ve 68. Ayetler) Sihirbazların yaptıkları iş, gerçek değildi ama öyle gerçekçi yaptılar ki Hazreti Musa'da bile bir an için korku oluşturmuştu. Sihir vesilesiyle hakikat olmayan bir şey, izleyenler tarafından gerçek zannedildi. Televizyonlardaki şov programlarında da bir sihirbaz çıkar, bir adamı kesiyor gibi gösterir, bize de gayet gerçekçi gelir ama canlı bir insanı kesemeyeceğine göre aslen bir yanılgı olduğunu bilebiliriz. Peki, bir yanılgı olduğunu bilemediğimiz görüntüler ne olacaktır? İnsana yapılan sihrin (büyünün) etkisi de işte aynı böyledir. Yapılan kişiye tesir etmiş ise o kişiye hakkı batıl, batılı hak gösterebilir. Sihre ait olan bu gerçeğe çok yakın olan aldatmaca kısmını hayatın birçok bölümünde bulabiliyoruz.
BEYANDA SİHİR VARDIR
Eski dönemlerde sihrin aldatıcılığının en çok gözlendiği sosyal saha şiir ve edebiyat idi. Peygamberimiz kendi döneminde, bizim bunu anlayabilmemiz için, sihrin aldatmacasını gerçekle karıştırmamamız için bizi uyarmıştır. 'Beyanda sihir vardır' (Ebu Davut, Edep 95) Bakınız beyan sihirdir dememiştir, beyanda sihir vardır demiştir. Sözler, edebiyat ve şiir, kelimelerin yoğunluğu ile beraber kullanılan şeciyeli sözler hakikat olmayan işleri, dinleyenlere hakikat gibi gösterebilir, buna dikkat edin demektedir. Şair öyle sanatlar kullanır ki zannedersiniz anlattığı mesele hakikaten böyledir. Halbuki şairin anlattığı mesele gerçektir ama yaptığı abartı gerçeği örtmüş gözümüzü boyamıştır. Aklıma ilk gelen örnek Cahit Sıtkı Tarancı Bey'in 'Desem ki' şiiri oldu;
'Günlerden sonra bir gün,
Şayet sesimi fark edemezsen
Rüzgarların, nehirlerin, kuşların sesinden,
Bil ki ölmüşüm. Fakat yine üzülme, müsterih ol!
Kabirde böceklere ezberletirim güzelliğini
Ve neden sonra
Tekrar duyduğun gün sesimi gök kubbede,
Hatırla ki mahşer günüdür.
Ortalığa düşmüşüm seni arıyorum...'
Şiirde bir kadına duyulan gerçek bir aşktan bahsedilir ama abartılı söz sanatları ile gerçekler, gerçekdışı öğelerle sunulmuştur. Şair burada, mahşerde herkes kendi derdinde iken sevdiği kadını aradığını beyan eder. Mahşer sahnesinde ne yaşanacağını bizler Cenabı Allah'ın bildirdiği kadar biliyoruz Cenabı Allah mahşeri şöyle bildirmiştir: 'O gün insan kardeşinden, annesinden ve babasından, eşinden ve çocuklarından kaçar, o gün onların hepsinin başından aşkın işi ve meşguliyeti vardır.' (Abese Suresi 34-37.Ayet) Kişi, anne ve babasını, çoluğunu çocuğunu tanımayacak bir halde kendi derdine düşecektir. Gözü hiçbir şeyi göremez. Büyük bir telaşı ve sıkıntısı olacaktır. 'Ey İnsanlar! Rabbinize karşı gelmekten sakının. Çünkü kıyametin sarsıntısı gerçekten çok korkunç bir şeydir. Onu gördüğünüz gün dehşetten her emzikli anne emzirdiği yavrusunu terk eder. Hamile kadın çocuğunu düşürür. İnsanları sarhoş görürsün, halbuki onlar içmemiştirler lakin Allah'ın azabı pek dehşetlidir.' (Hacc Suresi 1, 2. Ayetler) Bu ayetlerde, kıyamet gününün dehşetiyle yaşanacak korkunun ferdiliğinden bahsedilir. Korkunun büyüklüğünden bahsederken, dünya hayatında bizim için önemli olan her şeyin bir anda gözümüzden silindiğini, anne ve çocuğun ilişkisinin bile sona erdiğinden söz edilerek, 'Ey inananlar! Kendinizi o güne hazırlayın!' diye uyarılır. Ama Cahit Bey, şiirinde herkesin 'Nefsim, nefsim!' diye figan ederken 'ben ortalığa düşmüşüm, seni arıyorum" diyerek, abartı sanatıyla sevgilisine duyduğu hisleri beyan eder. 'Kabirde böceklerin ezber yapması' gibi, söz sanatlarının ustaca kullanıldığı güzel bir şiire imza atılmış. Fakat 'Gerçek mi?' derseniz... Yalan! İmkansız ve hakikat olmayan işlerin hakikat gibi gösterilmesi yöntemine başvurulmuş. Hatta hakikat de bu sözlerle hafife alınmıştır. Bu şiirin gerçek olduğuna inanan insan 'İşte sevgi böyle olur!' diyen kimse, kendini bir hayale inandırmış olur. Günümüzde sihri şiirden, gazelden çok daha ustaca kullanan bir sektör vardır.
SİNEMA VE SİHİR
Günümüzde sihrin aldatıcılığı şiirden daha çok sinemada kullanılmaktadır. Dizilerdeki aile; anne, baba, çoluk çocuk arasındaki ilişki tarzları toplumumuzda asla olmayan bir boyutta ve gerçeğe çok yakın bir aldatmaca ile sergilenmektedir. Diziyi izleyenler de bu dizinin sihrine kapılır ve izlediği davranışları gerçek zanneder ise sanki modern hayatta aile içi diyalogların böyle olduğuna dair yönlendirmeyi kabullenmiş olur. Yani hakikat olmayan bir şeyi hakikatmiş gibi algılar. Bu sihrin etkisinde kalan aileler daha modern olabilme çabası ile o saçmalığın gerçek olduğuna dair bir yaşam biçimi oluşturma yoluna gidebilir. Bu da zaman içerisinde aile mefhumunun zedelenmesine yol açar. O halde; zamanın sihrinin ne olduğu sorulursa, ya da sihirden en çok parça taşıyan, gerçekle alakası olmayan şeyin ne olduğu düşünülürse rahatlıkla sinema diyebiliriz. Biraz absürt bir örnek ama bir psikolog ağabeyim bahsetmişti: Danışanı olan birçok insan, izledikleri filmlerden dolayı iktidarsızlık duygusu yaşadıkları düşüncesiyle kendisine başvuruyormuş. Sanal alemde yaşanılan hazlar gerçek zannedilmekte ve bu 'gerçeklik' insanın kendi hayatında bulunamayınca sihrin etkisine kapılan kişiler kendilerinde bir sorun olduğunu varsayarak destek almak için psikologlara, uzmanlara gitmektedir.
TOPLUMSAL GENLER
Sinemada ülkenin en meşhur sanatçılarının kötü, aptal, cahil vb. rollerindeki isimleri itina ile Müslüman halkın inanç değerlerini yansıtan isimler arasından Recep, Şaban, Ramazan, Gaffur, Burhan, Taceddin vs. seçilmektedir. Mesela Recep İvedik kıro bir adam tiplemesidir. İleride çocuğunuza Recep ismini koyarsanız, en ufak bir benzerlik veya ortak özellik gözlenmesi halinde Recep İvedik adlı karakterle özdeşleştirenler olur mu acaba? Veya Şaban... İnek Şaban sakar ve aptal tiplemesinde çok meşhurdur. Ramazan var sonra... İnek Şaban'ın uyanık ve sahtekar arkadaşıdır. Tiplemelere bakın! Mübarek üç aylarımızın, merhamet aylarının, savaşın bile İslam'da yasak olduğu en güzel ayların isimlerinin kullanıldığı karakterlere bakın... 'Allah'ım Recebi ve Şabanı bize mübarek kıl, bizi Ramazana eriştir.' diye dua eden bir ümmetin yaşadığı coğrafyada maganda, düzenbaz, sünepe karakterlerin adını bu şekilde belirleyip hiçbir tepki almamak sizce de şaşırtıcı değil mi? Mennan var bir de. 'Hayat Bilgisi' diye bir dizinin en silik, en ezik karakteri. Allah Azze ve Celle'nin ismini vermişler bu karaktere. Neden kendi babasının ismini vermemiş mesela bunu belirleyen sahtekar adam? Babasına layık görmemiş de ondan. Hani isim verirken bilmeden vermiş, toplumda kullanılan genel bir isim desek, koyduğu isim bilinen bir isim de değil ki cehaletini mazur görsek. Adam Allah'ın Mennan ismini vermiş gel Mennan git Mennan... 'Avrupa Yakası' vardı bir dönem. Dizide davranışlarına anlam verilemeyen, cümle alemi kendisine güldüren tuhaf ve paspal kapıcının adına bakın: Gaffur. Gaffur dendiğinde insanların aklında bu model canlanırsa kim oğlunun adını Abdulgafur koyar ki? Burhan ve Taceddin... Aynı dizideki diğer şarlatan simalar. Burhan Kur'an'ın ismi, Taceddin'in manası dinin tacı. Birisi başka bir kimseyle ilişkisi olduğunu bildiği bir kadına salça olmaktan gocunmayan safça bir eleman, diğeri dizinin en şapşal, en salak, en beyinsiz adamı... 'Beyaz Gelincik' dizisindeki kadın pazarlayan ırz düşmanının adı Aziz... Daha neler neler... Bizim ecdadımız çocuklarına Muhammed ismini vermeye çekindiği için aynı kalıpta olan Mehmed ismini vermiştir ki olur da çocuğa kızıp yanlış bir şey söylerse o şeyi alemlerin efendisinin ismini taşıyan birine sarf etmiş olmasınlar. Bilim adamları, insanların genleri olup, nesilden nesile bu genlerin bir bölümünün sonraki nesillere aktarıldığını söylüyorlar. İnsanın evladı iyaline aktardıklarından bahsedilen genler gibi toplumların da gelecek nesillere aktardıkları genleri vardır. Bu genler toplumun yaşam sürecinde oluşmuş kültürel ögelerdir. Biz Türklerin misafirperverlikleri, aman diyene el kaldırmamaları, mazluma sahip çıkmaları, ikramda bulunmaları gibi birçok güzel hasleti hiçbirimiz sonradan edinmedik. Bunlar toplumsal gen yolu ile aktarılan şeylerdir. Genlerimizle oynamak isteyen sinema yönetmenleri, ya da onlara fısıldayan seçilmiş üst akıl insanları toplumun zihninde dinin en temel kavramlarını yıpratma yoluna gitmişlerdir. Cüneyt ağabeyi emekliliğinde Yeşilay reklamlarında görüyoruz ama biz onu Malkoçoğlu iken her filmde hanlarda şarap isteyen, kavga çıkaran, Bizans Kralı Konstantin'in kızı Helen'i ayartan biri olarak tanıdık. Bize Türk büyüklerini böyle tanıttılar. Millet onun yüzünden alkole başladı, şimdi emekli oldum Yeşilaycıyım diyor. Modern dönemde Müslümanlar sinemadan çektikleri kadar hiçbir şeyden çekmediler. Hollywood filmlerini izlesek, nerede bombacı, nerede katil, nerede gizli örgüt var hepsi Müslüman. Amerika'nın üstün ağabeyleri gidip o Müslümanları yok ediyor da sayelerinde dünya derin bir nefes alıyor. Gerçeğe benzeyen bir koca yalan, kendileri ile Müslümanların rolü değişmiş filmlerde. Sanki Müslüman ülkeleri bunlar değil de başkaları işgal etti.
ERGENEKON
Sinemanın ve internetin sihri sadece dini konularda değil, milli değerlerimiz için de böyledir. Vaktiyle bu millete hıyanet ettiği düşünülen insanların yargılandığı davanın adına 'Ergenekon' dendi. Şimdi zihinlerde kötü bir anlam kazanmadı mı bu kelime? Halbuki bu milletin demirden dağları eriterek dünyaya yayıldığını konu alan bir kahramanlık efsanesidir, bir halk destanıdır. Ulusumuzun ortaya çıkışının dönüm noktasıdır. Yeniden diriliş öyküsüdür. Ama zihinlerde silahlı terör örgütü veya silahlı bir çete ile örtüştü. Oysa bu necip millet asla silahlı bir çete değildir. Velhasıl bir hakikat vardır, bir de hakikate benzeyen, hakikat gibi gözüken ama gerçekliği olmayan sihir vardır. Sihir sadece sinemada değil tarihte, psikolojide, diyanette, hayatın pek çok bölümünde karşımıza çıkar. Yanlışı hakikate bulayıp ikram etmeye çalışan birçok insan vardır ve kıyamete kadar da olmaya devam edecektir. Uyanık olmak gerekir kıymetli okuyucular. Hem de çok...