Atalarımız, her Müslüman'ın kendi içinde bulunduğu halin fıkhını bilmesi gerektiği düşüncesinden hareketle 'halin ilmini' anlatan İlmihal denen kitapları telif etmişlerdir.

Bu kitaplar ortalama bir vatandaşın abdest, namaz, oruç ve hac gibi içinde bulunduğu halin fıkhına vakıf olması için yazılmıştır.

İnançlı bir insan isek mutlaka işimize ait fıkhın kurallarını bilmek zorundayız. Bütün fıkhi meseleler kamunun tamamı tarafından bilinmesi gerekli işlerden değildir. Kuyular ve kuyuya düşen şeylerin suyun vasfını bozma meselesini kuyu sahipleri bilsin yeterlidir. Hayvanların vasıflarını,yaşlarını, zekat oranını, kesim ve üreme şartlarını hayvancılıkla uğraşanların kesin bilmesi gerekir.

Emanetler, rehinler, farklı para takasları, enflasyon, deflasyon, hava parası gibi meseleler ticaret ehlinin halinin ilmidir. Kamuda her birey içinde bulunduğu alanın fıkhına yani ahlakına sahip olursa ancak o zaman kamusal bir etkiye ulaşılması mümkün hale gelir.

Kendi işinin ahlakını ve hukukunu bilmeyen kişi güvenilmez, kaypak kişidir. Hem meselesini Allah'a arz etmediği için güvenilmezdir, hem de işin ahlakını kendisi belirlediği için duruma göre vaziyet alan, şekilden şekle giren bir duruşu ve kalitesi olmayan esnaflardan olur.

Kendisi hukukun değil de, hukuk onun menfaatine göre şekle girer. Dün etik değil olmaz dediğini başka zaman menfaatine uygun düştüğü durumlarda kendisi uygular. Her meslek sahibi kendi işindeki hukukun fakihi olursa o zaman her sarraf, her kasap, her terzi aynı ticareti yapar. İşte o zaman konvansiyonel bir topluma dönüşürüz. Nasıl yaşarsak da öyle idare ediliriz.

Fıkıh kalp ile bilmek ve anlayış sahibi olmaktır. Doğru esnaf neden cennettedir? Çünkü İslam hukukuna uygun iş yapar. Malın rehinini, ayıbını, vadesini, yazışmasını, helalini, haramını,karaborsasını bilir. Her esnaf kendi içinde düzgün iş yapsa ticaret düzelir ve Allah'ın rızasına uygun hale gelir. Neden adil yönetici mahşer gününde bile arşın gölgeliklerinde emin bir haldedir?

Çünkü o adildir, rüşvet yemez, adam kayırmaz, kamunun malını korur, hukuka riayet eder. Herkes kendi derdine düşmüşken o başkan, o müdür, o amir, o vekil huzur içerisinde sırasını beklemektedir. Bilene bundan daha büyük şeref mi olur? Hukuk bilmek Allah'ın sevdiği işi anlamak anlamına gelir. İşte o zaman ticaretimiz Allah'a yaklaşmak için bir vesile olur.

Kendi hayatının fakihi olan insan hukuku içselleştirdiği için artık her gelene adil bir insan olur. Bu eşitlik zamanla adaleti doğurur. Fıkıh, toplum için hayatın merkez dinamiğidir.

Toplumun her kesimi kendi işinde ayrı ayrı haklara riayet ederse, yirmi kilo sütten bir kilo tereyağının çıktığı gibi kaliteli toplumlardan da kaliteli bir nesil çıkar. Ama öncelikle süte ihtiyaç vardır.

Yazımda bazen ahlak, bazen hukuk dedim. Bunun sebebi hukukun öbür bir adı olsa ahlak olurdu diye düşünmemdir. Çünkü hukuk ve ahlak arasında zorunlu bir bağ vardır. Mesela trafikte emniyet kemeri takmamak kişinin kendisi ve ailesi için bir hukuk ihlalidir. Bu terbiyesizliğin cezası 300 liradır. Ama aşırı hız yapmak bireysel değil toplumsal bir ahlaksızlıktır ve cezası 1000 liradır.

Cezalar ahlakiliğin boyutuna göre artar ve eksilir. Ağır ceza hakimleri ağır ahlak suçlarına bakarlar.

Her toplum için Allah'ın iyi gördüğü ve görmediği kurallar vardır. Bunu yaşam hukukumuza dahil ettikçe daha iffetli ve daha ahlaklı bir toplum oluruz. Bu da ilk önce halin ilmini bilmekten geçer.

Avrupa'yı beğenen insanlar genelde hukuksal işleyişini över; yere çöp atılamayacağını,istediğin yerde dilediğin gibi hız yapamayacağını ve bunlara benzer diğer örnekleri ortaya koyar.

Çünkü Avrupa kendince ahlaklı ve ahlaksız gördüğü işleri hukuka dökmüştür. Eşcinsellik, ahlaksızlık olarak görülmediği için onun bir müeyyidesi yoktur. Çöp atmak büyük bir suçtur.

Kornaya basamazsın ama sapkın olmak özgürlüktür diye algılamışlardır. Bizim kendi ahlak kurallarımız vardır ki bunların bir kısmı toplumsal örf ile zamanla oluşmuşken bir kısmı da olmazsa olmaz olan Allah'ın kurallarıdır. Ahlak kurallarımıza uygun yasalar çıkarmalıyız, yoksa Allah korusun İslam ahlakı sadece vaazlarda dinlenen, bir emniyet kemeri kadar kıymeti olmayan nasihatler cümlesinden bir cümle olarak kalır.