Biz millet alarak başlangıçlar yapmakta çok başarılıyızdır. Çok heyecan verir bize başlangıçlar. Elimizden geleni yapar, beğenilmek için türlü davranışlar seçer, en ince, en nazik yönlerimizle görüntü veririz.

Başlangıçlar hikayemizin dönüm noktalarını gösterir bize ama unuttuğumuz bir şey var bitişler de aynı dönüm noktasıdır.

Ayrılma sadece bir sevgiliden ayrılmak değildir. Yaşamanın bir çok alanında ayrılığı görüyoruz ama bizdeki sıkıntı ayrışamamak. Gelin bakalım biraz aldığımız sağlıklı ayrılık kararlarına sağlıksız eklediğimiz ayrışamama durumlarına.

Çocuğundan ayrılamayan aileler var. Kreşe bırakırken, okula başlatırken veya tercihlerinde yapıldığı şu aylarda üniversiteye gönderirken… Anaokulu müdürlüğü yıllarımdan aklımda kalan sahneler var bununla ilgili. Çocuk okulda öğretmenimin görür, bütün gün onunla geçireceği keyifli zamanları bilip kucağına atlar ama anne o anlarda nasıl üzgün, nasıl telaşlı, nasıl kararsız iyi mi yapıyorum, kötü mü yapıyorum diye. Anne doğduğu günden bu yana çocuğu ile yakından ve yoğun ilgilendiği için onu başkalarına bırakacak olma fikri tüm duygularla karışıp bambaşka bir boyuta geçirir. Çocuk anneden ayrılana kadardır aslında. Anneden ayrılıp sınıfa geçince, arkadaşlarını görünce unutur on beş dakika önceki ayrılığı. O çoktan yeni ortamına uyum sağlamış, az önceki ayrılığı ayrılık ve şu ankini yeni bir kavuşma olarak sayar. En sağlıklı ayrılma ve ayrışma budur aslında.

Ya da anılar ardı ardına gelir aklınıza. Bitmesi gereken ilişki anlatırken arka planda “ben çoktan bitmeliydim” diye el sallıyor esasında. Diyorum ki “neden devam ediyorsunuz?” Hocam bunca zaman emek verdim, çok uğraştım , çok yoruldum… geldiğim noktada geri dönmek istemiyorum ama aslında ayrılmalıyım bunu da biliyorum. Ayrıl o zaman güzel kardeşim. Olmuyorsa olmuyor işte. “Hikayenin sonunu görmek istiyorum” diyor ısrarla savunma mekanizması devrede, reddederek. Hikaye bu kadar aslında. Devam ederse ne olur diyorum, ümit ettiğini anlatıyor ama olacak görmek istemediği kadar yıpratıcı onu. Bittiğinde ise ego devrede kabul edemiyoruz bir türlü. Öyle çok duydum ki “o var gibi yaşıyorum hala”, “gittiğini kabul edemedim bir türlü”, buna benzer bir çok duygu yansıtan, düşüncesel ve davranışsal olan şey oluyor.

Peki ne yapmalı, nasıl sağlıklı ayrışmalı?

İlk kural olanı olduğu gibi kabul edin. Eğer yağmur yağıyorsa yağıyordur. Bunu inkar etmenin, yağan yağmura yağmasın demenin, niye yağıyor diye kızmanın ya da sitem etmenin bir anlamı yok. Bir faydası da yok. Yağmur yağıyorsa yağıyordur.

İkinci kural, mevcut durum için elinizden gelen bir şey var mı? Durumu değiştirmek için ne yapabilirsiniz? Eğer yapabilecek bir şey varsa deneyin tabiki. Ama verecek cevabımız yoksa bu durum bizi ilk kuralımıza geri götürür olanı olduğu gibi kabul edin.

Üçüncü kuralımız kendi içinizde süreci tamamlayın, ya ona göndermeyeceğiniz ve okuyup yakacağınız ( ve ya gömeceğiniz) bir mektup yazarak, ya da gözlerinizi kapatıp karşınızda o kişiyi hayal edip onunla konuşarak vedalaşın. Bunu yaparken karmaya/hakka girmeye sebep olacak şeyler söylemeyin ve içinizden geldiği gibi konuşun.

Dördüncü kural, yaşam devam ediyor. Kimse gitti diye bitmediniz. Tüm yaşam o kişinin varlığıyla onun merkezinde dönmüyor. Unutmayın her zaman ama her zaman yaşamın merkezinde siz varsınız ve tüm hayat sizin etrafınızda dönüyor.

Beşinci kural, tüm duygularınızı yaşayın ve bitirin. Üzülmekse üzülmek, ağlamaksa ağlamak, hüzünse hüzün, kederse keder… neyse hissettiğiniz tüm duyguyu olduğu gibi kabul edin ve yaşayın ki yeni yaşayacağınız başlangıçlar için yer açılsın.

Son kural ise hayatı yeniden yapılandırın. “Neden böyle oldu, nasıl bu hale geldi, kim ne yaptı, kim haklı, kim suçlu “vs… soruları yerine “hayat bana burada ne öğretti, ben buradan ne anlamalıyım” diye düşünün ki acı geçsin ve ayrışma gerçekleşsin.

İşte size çok beylik bir cümle gibi gelen “her son bir başlangıçtır” sözü anlamlı heyecanlı bir hal alsın. Diğer türlü olduğunda inanın kendinizi yıllarca süren bir acı ve kedere mahkum etmiş oluyorsunuz.

Sağlıklı ayrılmalar ve ayrışmalar yaşamanız dilerim…

Suzan Develi Çölyen