Gülşen'in geçtiğimiz günlerde İmam Hatiplilerle ilgili bulunduğu söylemden ve ardından yaşanan süreçten haberdarsınızdır. Malumunuz, İmam Hatiplilere 'sapık' diyen Gülşen önce gözaltına alındı, sonrasında tutuklandı, daha sonraki süreçte ise bazı sebeplerden ötürü cezası ev hapsine çevrildi ve yargı süreci devam ediyor.

Olay, sanata ve sanatçıya saygı duyulması, fikir ve söylem özgürlüğü, Gülşen'in küçük yaşta bir çocuğunun olması dolayısıyla bir anneye bunların yapılıp yapılamayacağı, daha evvel farklı meslek gruplarında bulunan pek çok insanın da başka şeylerle alakalı aşırı söylemlerde bulunmuş olmasına karşın onlara bir yaptırımda bulunulmaması fakat Gülşen'in tefe konulması şeklinde farklı farklı pek çok açıdan analiz edildi. Ben de kendi penceremden gördüklerimi sizinle paylaşmak istedim.

SANATÇI VE ŞARKICI

Toplumlar ikiye ayrılırlar: Kulak toplumları ve göz toplumları. Göz toplumları gözün gördüğü, elin çizdiğine 'göz-el' derler. Güzel, gözlemlenebilen bir şeydir. Onun için sanat denince akla ilk gelenler resim ve heykel vs. dir. Güzellik algısı ön planda tutulmak suretiyle beş-on senede yapılan sanat eserleri vardır. Misal, 'Atina Okulu' nu Raffaello 4 senede yapmıştır, Michelangelo'nun 'Davut Heykeli' ne başlamadan önce 6 sene mermere baktığı ve ortaya koyacağı eserle alakalı düşündüğü anlatılır. Avrupalılar bu meşhur sanatçılarını çocukları da öğrenebilsin diye 'Ninja Kaplumbağalar' adlı bir çizgi dizi üretmiş ve bu çizgi dizinin ana kahramanları olan dört kaplumbağaya Rönesans döneminin dört ünlü sanatçısının isimlerini vermiştir.

Literatürde sanat; El becerisi ile yapılan, yüksek güzellik duygu ve düşüncesi verilen işlerin genel adıdır. Bazen alacak olduğumuz bir arabayı, kaportasında bir işlem olup olmadığını anlamak için kaportacıya götürdüğümüzde usta arabayı göz ucuyla şöyle bir süzüp 'Falan parça boyalı.' der. Biz bakarız, bakarız ama bir türlü göremeyiz. Bu adam nasıl anladı diye düşünürüz. Kaportacı arkadaş ufak yaştan başlayan göz eğitimi ile artık küçük nüansları anlayabilen, eksiği ve fazlayı görebilen birisi olmuştur. Biz toplum olarak zaten kör durumdayız. Onun içindir ki Mona Lisa tablosuna bakarız ama ne fırça nüanslarını, ne renk cümbüşünü bir türlü göremeyiz. Hiçbir şey göremeyince de ortada görülecek bir şey yok deyip tabloya bıyık yaparız, dolar işareti koyarız, maske takarız vs...

Aslında bizde sanatçı azdır. Biz daha çok kulak toplumuyuz. Hikaye dinleriz, asker anısı dinleriz, kulaktan öğreniriz. Onun içindir ki bizde okuyarak öğrenme zayıftır. Sanatçı deyince de bu kavramın da aynı şemsiye altındaki diğer pek çok kavram gibi kültür yozlaşmasından nasibini almış ve tabiri caizse içi boşaltılmış olduğunu görürüz. Bizde sanatçı kavramı oluşmadığından bu kavram toplumda bir şey yapma çabası içerisindeki herkes için kullanılabilen alelade bir sıfat olmuştur. Mesela şarkı söyleyenler sanatçı değildir. Şarkıcıdırlar, yorumcudurlar ya da kaliteli bir müzisyendirler. Ama sadece budurlar, ötesi değil.

Evinde dantel yapan ablam farklı modeller çıkarsa bile kendisine sanatçı demiyoruz. Kralı güldürmek adına bir dizi komik davranış sergileyen, espriler yapan, yani aslında bir nevi 'stand-up' yapan ve şarkı söyleyen insanlara da soytarı denmektedir. Ama modern toplumda beş-on sene verip üstün zevkleri yansıtan, ortaya bir sanat eseri koyan insanlar kalmayınca şöhret basamağında birkaç adım ilerleyen gırla insan birdenbire sanatçıyız dediler. Adam dans ediyor, sanatçı deniyor. Dans eden kişinin adı bizde dansözdür. Fransızcada dans eden kadın demektir. Bizde sokakta şarkı söyleyene yani sokak şarkıcısına esasında 'çengici' denilir. Fakat bugün eline gitarı alıp bir köşe başını mesken tutan herkese 'sokak sanatçısı' sıfatı yapıştırılıyor. Keza eline birkaç farklı renkte sprey boya alıp boş bulduğu duvara anlamlı anlamsız harfler, semboller ve resimler çizen kimseler için de aynı tabir kullanılıyor. Her mesleğin tarihten gelen bir adı vardır. Asırlar da geçse insanın, eserimizden derin zevk alabileceği el işçiliğimiz var mı, yok mu? Yoksa sanatçı değiliz. Acaba Mimar Sinan bir sanatçı mıdır gibi sorular sormak lazım.

Türkiye'de birçok kelime gibi sanat ve sanatçı kelimesinde de anlam karmaşası ve hatta 'çürümesi' yaşandığına inanıyorum. Herkes sanatçı, herkes akil kişi gibi dönemsel bazda popüler birer kavramla pohpohlanıyor. Velhasıl şu ana kadar anlattıklarımdan yola çıkarak vurgulamak istediğim nokta şudur ki Gülşen Hanım bir sanatçı değil, bir şarkıcıdır. Evvela bunu düzelterek başlamak istedim. Herkes olduğu yeri bir bilsin. Şayet sanatçı olup, ait hissettiği bir fikri sanatına yansıtmışsa biz bunu 'Sanat özgür olmalı mıdır?' diye tartışırız. Ama bir şarkıcı kendini ilgilendirmeyen bir konuda toplumun bir kesimine hakaret ederse bu meselenin şarkıcılık ve sanatçılık ile hiçbir alakası yok demektir.

İkide bir haberlerde bu hanımefendinin bakmakla yükümlü bulunduğu bir çocuğu olduğunu, bir anne olduğunu ön plana çıkarmak suretiyle insanlar üzerinde bir çeşit duygusal sömürü gerçekleştirmek istiyorlar. Peki, sizin İmam Hatipliye sapık dediğiniz yayını seyretme talihsizliği yaşayan bir çocuk İmam Hatip mezunu babasına 'Babam sapıkmış.' diye bakarsa, o çocuğun gözünde babasının ne hale düşebileceğini siz hiç düşündünüz mü? Binlerce İmam Hatipten mezun olan milyona yakın sayıda insanı evlatlarının gözü önünde sapıklıkla itham edip 'Benim çocuğum var.' derseniz, biz de size haklı olarak 'Bizim çocuklar ne olacak hanımefendi?' diye sorarız.

Bu iş bir siyasinin diğer bir siyasiye 'Şerefsiz, ahlaksız…' demesi gibi bir şey değil, haddi fazlasıyla aşan, bir toplumu/topluluğu komple itham eden bir sözdür. Toplumun her kesimine müntesip olan insanların, her dernek, her kuruluş, her parti, her inanç içerisinde iyiler olduğu gibi mutlaka kötüler de olur. Şarkıcılar içerisinde de mesela eşcinsel, sapkın, nonoş olan yok mudur? Başta Gülşen Hanım olmak üzere pek çok sayıda vardır. Şimdi biz 'Bütün şarkıcılar falandır, filandır.' Diyebilir miyiz? Onlarca konservatuar öğrencisi, yüzlerce müzisyen, binlerce bu işe gönül vermiş insanı itham etmiş oluruz ve biz bu durumdan utanç duyarız.

Sahneye çıkıp LGBT seviciliği yapılması konusu ise apayrı bir şey. Her baba, her anne çocuğunun başına bir şey gelmesin, başımız yere düşmesin, böyle bir ahlaksızlıkla itham olunmayalım diye tir tir titrer. Sizler de şunu çok iyi biliyorsunuz ki bizler bir örfün, bir inancın insanlarıyız. Bizde ibnelik en büyük ahlaksızlıklardandır. Bunu özgürlük, bunu fikir hürriyeti, bunu cinsel tercih adı altında kimse bu topraklarda sunamaz! Kimse elini kolunu sallaya sallaya 'Müslüman mahallesinde salyangoz satamaz!' Bu toprağın asıl sahibi olan halk bunu hazmedemez, etmez! Düşüncelerinizin ve bulunduğunuz söylemlerin aksine, kimse sizin şövalyeliğine soyunduğunuz bu gayri ahlaki durumu kabul etmekle yükümlü de değildir.

Velhasıl siz haddinizi aşmıştınız, zılgıtı yiyip oturdunuz. Derdi siyasi olan, İmam Hatip okulları üzerinden dine saldırmak isteyen ya da kendince İmam Hatip-AK Parti ilişkisi kurup siyasi muhalefetten dolayı size destek veren pek çok kimse mutlaka olacaktır. Hatta aksine bundan dolayı size muhalefet eden de olacaktır. Ama ben insaflı bir şekilde sadece size haddinizi aştığınızı, şarkıcılık yapmanızın yeterli olduğunu söylemek için aklımdan geçenleri okurlarımla paylaşmak istedim. Vesselam...