Celâleddîn-i Rûmî mesnevisinde Çinli ve Farslı ressamların hikâyesini anlatır.Çinli ve Farisi ressamlar münakaşaya girip “Resim sanatında dünyada en üstün biziz” diye övünüyorlardı. Çinliler en iyi resmi biz yaparız derken
Celâleddîn-i Rûmî mesnevisinde Çinli ve Farslı ressamların hikâyesini anlatır.
Çinli ve Farisi ressamlar münakaşaya girip “Resim sanatında dünyada en üstün biziz” diye övünüyorlardı. Çinliler en iyi resmi biz yaparız derken Farisiler resim sanatı bize aittir dediler. Bu iddiaları duyan adil bir hükümdar meseleyi halledebilmek için iki kesimi de bir yarışmaya davet etti ve :
“Sizi imtihan edeceğim, bakalım hanginizin dediği doğru” dedi. Her iki taraf da yarışmayı kabul etti ve sarayda büyük bir salon tahsis edildi. Bir perdeyle ikiye böldüğü salonun bir tarafını ressamlara, diğer tarafını Fars ressamlara tahsis ettirdi. Bir zaman belirleyip kendi bölümlerinde çalışıp eserlerini orada sergilemelerini emretti. Çinliler de Fars diyarının ressamları da hazırlanıp çalışmaya başladılar.
ler, hükümdardan yüz türlü boya isteyip aldılar ve onlarla çeşitli resimler, süsler yapıp salonun kendilerine ayrılan bölümü donattılar.
Fars ressamlar ise sadece duvarları cila ile cilalayıp durdular. Sonuçta kendilerine ayrılan bölümün duvarları pırıl pırıl parlayan, gökyüzü gibi berrak bir ayna haline geldi.
Her iki taraf da kazanacaklarından emin oldukları halde hükümdara işlerinin bittiğini, sergiyi gezebileceğini bildirdiler.
Hükümdar geldi ve önce ressamların süsledikleri bölüme girdi. Yapılanlar fevkalade şeylerdi. Muazzam şekilleri ve ince ayrıntılarıyla her taraf göz nuru doluydu, hükümdar hiç ses çıkarmadı ama Çinlilerin yarışı kazandığına da kalben kanaat getirdi. Zira önünde bütün renk tonlarının fark edildiği harika resimler çizilmiş, hayal gibi bir resim duruyordu.
ressamların eserlerini takdir eden ve onlara hediyeler veren hükümdar, daha sonra Fars ressamların bölümüne doğru ilerledi. Baktı ki duvarda hiç resim yok, bu nasıl bir densizlik vakit mi yetişmedi yoksa kendisi ile dalga mı geçiliyor diye hiddetlenmeye başladı. Tam bu sırada bir Fars ressam, salonu ikiye bölen perdeyi açtı. Perdenin kalkmasıyla Çinli ressamların yaptıkları resimler camdan gelen ışıkla beraber oradaki bütün ihtişamı ile bu bölümün cilalanmış aynalar halindeki duvarlarında yansıdı. Orada olan her şey artık burada da vardı, üstelik daha parlak ve daha güzel bir biçimde görünüyordu. Hatta resmin içine hükümdarın da silueti düşmüştü, güzellikler hükümdarla birleşince hükümdar, kendini resmin bir parçası zannetti. Bütün bu güzellikler arasında resme ve canlılığa hayran kaldı ve gözleri kamaştı. Salondaki tüm güzellikle birlikte kendi güzelliğini de yansıtan bu bölümü hükümdar daha anlamlı buldu ve daha çok beğendi.
Böylece Fars diyarının ressamları bu imtihanı kazandılar ve hükümdardan daha çok hediye ve takdire mazhar oldular.
TEŞBİHTE HEP HATA OLUR.
Teşbihte hep hata olur derler ama bu hikâye bize ne anlatır asıl o kısmını inceleyelim. Güzelliklerin içinde sizin de olduğunuz güzellik daha keyiflidir. Gönül nazargah-ı ilahidir. Güzel insan olmak istiyorsanız, güzelliklerin içinde bir yeriniz olsun diyorsanız kalbinizin duvarını güzelce istiğfar cilası ile cilalayın ki gökyüzünün renkleri sizin üzerinizde parlasın. Allah'ın birçok ismi vardır kulun üzerinde bu isimler tecelli etmemesi kalbe yansımamasındandır. Kalp cilalı değil ise, bu sıfatlar bizde hayat bulmamış ise kime yansımıştır. Rahman sıfatı bir müminin kalbinde yansımamış ve dolayısıyla da etrafındaki kedi köpek kuş hayvanat bundan nasibini almıyor ise fakir fukara bizim vesilemizle nasibine ulaşamıyor ise bizim bu tablodaki rolümüz nedir? Rahim sıfatı kalbimize yerleşip şehrin dua direği olmamız gerekmiyor mu? Bir ambulans geçince durup tanımadığı birisi için dua eden bir mümin, yabancı plakalı araç gördüğünde Rabbim onu kazadan korusun ehline ulaştırsın diye dua eden, geceleri memleketine vatanına dua eden bu duadan insanlar ve hayvanatın da nasiplendiği yürüyen bir rahmet tecelligahı olamıyor isek kalbimiz kararmış demektir. Rahman’ın isimlerinin tecelli ettiği, eşyaya bu gözle bakan güzel birer insan olmalıyız. Allah bizim bedenimize ve cisimlerimize bakmaz ama gönlümüze bakar.
KALBİ ÖLDÜRMEMEK LAZIMDIR.
Allah Resulünden (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
Kul bir hata işlediği zaman kalbine siyah bir nokta vurulur. Şayet günahtan vazgeçer, istiğfar ve tövbe ederse kalbi cilâlanır. Böyle yapmaz da tekrar hatalara yönelirse siyah nokta artırılır ve neticede bütün kalbini kaplar.”
(Tirmizî, Tefsîr, 83; İbn-i Mâce, Zühd, 29). Buyurmaktadır.
İNSAN İNSANLIKTAN NASIL KAÇAR?
Günahlar birer birer kalbi doldurunca kalp kararır ve mühür basılır; artık insan, insan olmaktan çıkmıştır. Filmlerdeki zombi gibi olur, artık sadece görünümü insandır, yaşam emareleri vardır. Hayattadırlar ama kalpleri karardığı için insanı insan yapan emarelerden uzak kalmışlardır. Bu tür insanları temsil etmektedirler. İnsan görünümlü mahlûkturlar. Ayette geçtiği gibi ;
"Onların (münafıkların) kalbinde bir hastalık vardır, Allah da onların hastalıklarını daha ilerletti. Bu yalancılıkları, bu samimiyetsizlikleri sebebiyle bunlara gayet acı bir azap vardır.” (Bakara Suresi, 2/10.Ayet)
İSTİĞFAR BİR YAŞAM MODELİDİR
Başımıza gelen iyilikler Allah’tandır ama hoşlanmadığımız şeyler kendi ellerimizle yaptığımız yanlışlardandır. Kötülük, yaptığımız yanlışların bize dönüş yapmasıdır. O halde kul gün içerisinde hoşlanmadığı bir şey gördüğünde "Estağfirullah" "Rabbim lütfen bağışla" bu nahoş durum kendi hatamdandır demelidir. Peygamberimizin ben günde yetmiş defa istiğfar ederim demesi elime tespih alıp sabah yetmiş defa söylerim manasında değildir, gün içinde hoşlanmadığı her şey hakkında kalbini cilalamıştır. Her daim parlak olursa ne yansımalar olur bilinmez. "Şüphesiz maddi gözler kör etmez ama göğüslerde olan kalpler körelir" (el-Hacc, 22/46)
Kıymetli okuyucularım, arkadaşlarım, dostlarım Allah'ın rahmet ve bereketinden faydalanmak istiyor isek niyetimizi ve kalbimizi temiz tutmamız gerekmektedir.
Allah bizi iyilerden eylesin. AMİN.