Ecdadımız nahif ve becerikli insanlar imiş. Birçok sanat dalı ile uğraşmışlar. Hayatlarını ve dolayısıyla sosyal ilişkilerinin çoğunu dini inançları ekseninde şekillendirmişlerdir. Ticaret yaparken Allah’ın emirlerini gözetmi?
Ecdadımız nahif ve becerikli insanlar imiş. Birçok sanat dalı ile uğraşmışlar. Hayatlarını ve dolayısıyla sosyal ilişkilerinin çoğunu dini inançları ekseninde şekillendirmişlerdir. Ticaret yaparken Allah’ın emirlerini gözetmişler, komşuluk haklarında dinin hukukuna riayet etmişler. Hatta sanatla uğraşırken bile inançları vasıtasıyla sanata nasıl yaklaşacakları hakkında bir metodoloji oluşturmuşlar. İslam dininde belli ölçülerde resim yasağı olduğu için inançlı insanlar canlı olan hiçbir şeyi çizmemişlerdir.
Tabii “belli ölçülerde” diye nitelediğimiz yasak her türlü resmi değil, sadece içerisinde canlı obje, insan ve hayvan figürleri barındıran resimleri kapsamaktadır. Belki de cümleyi şöyle zikredebiliriz. İslam'da resim çizmek helaldir ve hiçbir sakınca yoktur. Ama canlı (insan ve hayvan) resmi çizilemez. Tabiatı, binaları, türlü türlü objeleri, birçok şeyi çizebiliriz. Zaten hayatımız resimle iç içedir. Gündelik yazıda kullandığımız harfler de seslerin resmedilmiş şeklidir.
İSLAMDA CANLI RESİM ÇİZME YASAĞI
“Kıyamet günü insanların en şiddetli azap görenleri, Allah Teala’nın yarattığı canlı varlıklara benzeterek resim yapanlardır.”
(Müslim, Libâs, 87-91)
“İçinde suret (canlı resmi ve heykeli) bulunan eve melekler girmez!”. (Muslim, Libâs, 96)
Efendimiz tarafından buyrulan gibi söylemler İslam hukukçuları tarafından canlı olan varlıkların resmedilmesinin uygun olmadığı kanaatine sebep olmuştur.
KİLİSE RESİMLERİ
Bu yasak sadece İslam dininde mevcut olan bir yasak olmayıp, birçok Hıristiyan ve Yahudi mezhebinde de böyledir. Bir zamanlar kiliseler bizzat resim ve heykelleri kendi elleri ile imha etmiştir. Aslında ülkemiz sınırları içerisinde yer alan ve Hıristiyan tarih ve kültüründe çok önemli bir yeri olan Kapadokya'da bulunan eski kiliseleri sadece bilinçsiz halkımız tahrip etmemiştir. Koruma olmadığı dönemlerde ziyaret eden dindar Hıristiyanlar tarafından da resim olgusunun yasaklığından dolayı bu ikonaların tahrifi söz konusudur. Hıristiyanlık içerisinde protestanlığın, katoliklere bakışındaki sert tutumu, esasında resim ve görsel unsurların, boyutlu nesnelerin kendisine duyulan saygının, Tanrı’nın yüceliğini gölgelediği düşüncesine dayanır. Tek tanrılı dinlerde sadece canlı varlıkların, insan ve hayvan gibi resim ve heykellerinin yapımı genel anlamda yasaklanmıştır.
OSMANLI'DA RESSAMLAR
Hal böyle olunca Osmanlı’da sanatkarlar önem verdikleri kişilerin resimlerini, portrelerini çizmek yerine ya haklarında methiyelerden oluşan şanlı şiirler yazmışlar, ya da resimlerinde o kişiyi farklı bir obje üzerinde temsil etmişlerdir. Mesela; bazı temsillerde gül, lale gibi çiçekleri kullanmışlardır.
ALLAH SEVGİSİNİ RESMETMEK
Allah, yaratılan hiçbir varlığa benzemediği için ve tek olduğu için kimse Allah hakkında bir şey çizmeye cesaret edememiştir. Varlığı anlaşılsın diye Tanrı’nın Hz. Musa Tur Dağı’nda iken arkada bir ışık hüzmesi halinde temsil edildiği bazı resimler mevcuttur. Osmanlıda da sanatkarlar Allah sevgisini temsilde ya ismini güzel bir hat ile yazmışlardır, ya da lale çiçeğini kullanmışlardır. Onun için lale bizim kültürümüzde oldukça önemlidir. Ülkemizin hemen her yerinde de mevcuttur. Bu bir semboldür.
Lale Allah'a olan sevgiyi sembolize eder. Nasıl ki bir karton kutunun üzerinde gördüğümüz bardak resmi, bizde o kutunun içinde kırılacak bir nesne olduğu fikrinin oluşmasını sağlıyorsa, ya da restoranda bir kapıda adam resmi gördüğümüz vakit bu kapının erkek tuvaletine açıldığını nasıl tahmin edebiliyorsak, bir binada yedili şamdana (menora) rastladığımızda buranın kesinlikle bir Yahudi ailesine ait olduğuna nasıl kanaat getirebiliyorsak, aynı şekilde bir askerin de kılıcının kabzasında yahut miğferinde lale var ise o asker kendini Allah'a adamıştır diyebiliriz. Bir binada çini ile bezenmiş bir lale var ise o bina ile Allah sevgisinin bir alakası vardır. Ya camidir ya medresedir. Bir evde lale motifi var ise, bir bahçe sahibi, bahçesini lale ve güller ile donatmışsa o adamın gönlü derinlikler ile doludur. Allah sevgisiyle o bahçeye bakıyor, salavatlar okuyup giriyor, hamdeleler ve tesbihatla bahçesini suluyordur. Bahçedeki çiçeğe değil, aslında gönlündeki laleye su veriyordur.
LALE ÇİÇEĞİ TEK TOHUMDAN TEK ÇİÇEKTİR
Tek bir tohumdan tek bir çiçek verdiği için lale tekliği temsil eder. Ki Allah Azze ve Celle de tektir ve birdir. Kendisine bir saygısızlık olmasın diye ressamlar Allah sevgisini temsil etmesi için cami çinilerinde Allah’ı temsil etmesi için lale motifleri kullanmışlardır. Hem Osmanlıca lale kelimesi ile Allah kelimesi aynı harfler kullanılmak suretiyle yazılmıştır. Hurufi bir gizem de vardır.
GÜL MUHAMMED
Hazreti Muhammed Aleyhisselam'a duyulan sevgi ise güle benzetilmiştir. Mis gibi kokar diye çiçeklerin efendisi kabul edilen gül kullanılmıştır. Tabii bu abartının devamı niteliğinde olan “gül çiçeği peygamber terinden yaratılmıştır” ya da “bizzat peygamberimiz gül kokardı” gibi söylemlerin hiçbir aslı olmadığında hadis alimleri hemfikirdirler.
Gül ve lale objeleri hayatımızın hemen her alanına entegre olmuştur. Osmanlı’da birisi misafirlikten giderken ev sahibine “Allah'a emanet” derken, karşısındaki de “güle güle” (Muhammed’e Muhammed’e) diye karşılık verirmiş. (Sırıta sırıta git anlamında değildir.) Hayatın bir çok bölümüne bu hassasiyet yerleştirilmeye çalışılmıştır.
ÇÖMLEKCİNİN İMTİHANI
Geçen bir çömlekçiye gittim, bir tabağın süslemesinde bir tohumdan çıkan birkaç lale figürü kullanmış. “Nasıl olmuş?” dedi. Eski dönem Osmanlı eserlerinin replikalarını yapıp satıyorlardı ama aslında ne yaptıklarını tam olarak bilmiyorlardı. Hazır bana nasıl olmuş deyince ben de dikkat çeksin de meseleyi anlatayım diye “bilerek yapmışsan müşrik olmuşsun” dedim. Tabii abinin olaydan haberi yok. Teklik bozulmuş, bir tohumdan bir lale çiçeği çıkması gerekirken temsil ettiği teklik mentalitesi gitmiş. Bir tohumdan tek sap üzerinde birçok lale çizmiş. Tek tanrılı bir inançtan farkına varmadan çok tanrılı bir inanca geçmiş. Abim ne çizdiğinin farkında değil. Zaten sanatının farkına varsa abdestini alır, iki rekat bir namaz kılar, itina ile sanatının başına oturur, tekbir getirmeye başlar “Allahu Ekber, Allahu Ekber, La ilahe illallah, Allahu Ekber, Allahu Ekber ve-lillahil hamd”, tekbirler, tesbihlerle bu sanata başlardı.. Sonra o resmi dükkanda nereye koyacağı, kime satıp kime satmayacağı, nasıl çerçeve yapacağı kendiliğinden şekillenmeye başlar. Sanat temsil ettiği şey ile değer kazanır.
TÜRK SANAT MUSİKİSİ
Zamanla bu lale ve gül temsili Türk sanat musikisine de geçmiş, şarkı sözlerinde Allah ve peygamber sevgisi olarak yer bulmuştur. Örneğin:
“Dönülmez akşamın ufkundayız vakit çok geç
Bu son fasıldır ey ömrüm nasıl geçersen geç
...
Ya LALE açmalıdır göğsümüzde yahut GÜL. (Gönlümüz ya Allah sevgisi ya da Rasulullah sevgisi ile dolmalıdır.)
Dönülmez akşamın ufkundayız vakit çok geç”
Beste: Münir Nûrettin Selçuk
Bir camiye gittiğimizde neden çinilerde lale resimleri var, neden gül figürleri var umarım anlamış olduk... Dönülmez akşamın ufkundayız...