Haftada bir, pazartesi günleri Nevşehir'e gidiyoruz.Sebze, meyve aldıktan sonra heybeyi, sepeti bakkal Ahmet Ağa'nın dükkanına bırakıyoruz.Büyük Sinema'da oynayan filmi seyretmeden Göre'ye dönmek olur mu ?Bu arada, cebimizdeki paraya gö
Haftada bir, pazartesi günleri Nevşehir'e gidiyoruz.
Sebze, meyve aldıktan sonra heybeyi, sepeti bakkal Ahmet Ağa'nın dükkanına bırakıyoruz.
Büyük Sinema'da oynayan filmi seyretmeden Göre'ye dönmek olur mu ?
Bu arada, cebimizdeki paraya göre, Sümerbank önündeki alanda bisiklete binmek gerek. Yarım saati 50 kuruş. Saate bakan kim ? Bindiğimiz biskletin jantı çaplanmış. Keyif vermiyor zor sürüş. Olsun. Daha süre dolmadan ustanın çırağı bisikleti altımızdan çekip alıyor. İstediğin kadar itiraz et. Gözleri kanlı oğlan, saldırıp döğebilir de bizi...
O gece, rüyalarımız bisikletle dolu...
...................
'' Hani, dediniz ya, sınıfını geç de sana bisiklet alacağız. Geçtim işte. Son sınıf öğrencisiyim artık.''
'' Oğlum, ne yaptınsa kendin için yaptın. İstikbalin için.''
Bunu diyen anam.
Babam ne diyor ! '' Oğlum, alırız almasına da, şehirden yokuş yukarı çıkarken zorlanırsın; terlersin. Soğuk su içince de hasta olursun.''
................
Öğretmen Ahmet Dayım, demek oğlu Yılmaz'ın ısrarlarına dayanamamış ki, bir bisklet almıştı. Sağlam, kütür kütür...Gözümüz kamaşıyordu. Pırıl pırıl boyaklı...11,12 yaşındaki bizler için ne ses duvarını aşan süpersonik uçak, ne gazetelerde okuduğumuz nükleer denizaltı gemileri, ne saatte 150 km yapan süper süratli yolcu trenleri bu bisiklet kadar heyecan verici değildi. Tekniğin son harikasıydı bu.
Yılmaz, bisikletini bizden kaçırmak için nerelere gizlemedi ki!
Yoncaların kurutulduğu koca dolaplı odada sakladı...Bulduk...
Kaya oyma kilerin en dibine gizledi...Bulduk...
Biçerdöğer'in tahıl biriken deposuna koydu ...Bulduk...
Scotland Yard neymiş ! Bizden daha iyi araştırman mı olur! Ne,nerede araya taraya buluyorduk.
O yıllarda traktör hevesi alıp başını gitmişti. Bir yarışmadır sürüyordu. Yılmaz da traktör sürmeyi seviyordu. Buna karşın, bisikletini de ortaya çıkarmıyor ; bizden kıskanıyordu.
O da haklıydı. Bisiklet üretimi yoktu ülkemizde daha. Avrupa'dan geliyordu, pahalıydı. Demek ki, dayım yalnız aylığına dayanarak almamıştı onu, belki elma, patates satışından iyi para kazanmıştı o güz ya da bal satmıştı. Çünkü Göre'de en çok kovan onun evinin hayatındaydı.
O bisiklete Yılmaz'dan çok biz bindik.
Sabırsız...Birimiz on dakika bindi mi, ''Yeter biraz da biz binelim artık.’’
Lastikleri sık sık patlardı. İğde çalısının kuru dikenleri çivi gibi her yerde vardı. Fakat, o kadar masrafı göze alıyorduk. Kaynak yapmayı, soluğumuzla şişirmeyi de beceriyorduk.
O zincirler kaç kez yerinden çıktı; yerine takardık; uğraşa didine, elimiz motor yağıyla kirlenerek...
Dert mi? Pantolonumuza, göyneğimize siliverirdik ellerimizi. Ya da şosenin kumlarıyla ovalaya ovalaya temizlerdik.
Kullana kullana elbette fren düzeni de aşındı.
Bir gün, serin bir ikindi sonrasında binip çevirdim pedalını. Son sürat, Nevşehir'e doğru...Arkadaşlar biliyorlarmış. Gülerek bağırdılar : '' Hadi güle güle. Nevşehir'de durursun artık.'' Denedim, fren tutmuyordu. Bir ter boşandı. Durduramıyorum. Gözüm kararıyor, ter içinde kalıyorum. Tuzlu ter gözlerimi yakıyor. Yokuş aşağı git, git, git...Yolun kıyısında bir kum yığınına çarpıp ön tekeri, düştüm. Bir süre kaldım orada soluk soluğa...
.....................
Muhtelif Gayeli Ortaokul'da, üçüncü sınıfta, Tekin iyi arkadaşımdı. İlkbaharın güzel bir cumartesi günü.
'' Size gidelim. Benim bisikletimin arkasına oturursun. Ben seni taşırım.''
Yokuş yukarı çıkarken yol almak güç... Biliyordum ki Tekin zorlanıyor, bisikletin de lastikleri zayıf. O zaman iniyorum. Tekin tek başına sürüyor ve ilerde beni bekliyor.
Böyle böyle vardık bizim eve. Anamın yaptığı ''çölmek ağpaklası'' nı yedik. Yanında taze Göre çöreği. Hıyar turşusu. Üstüne yoğurt...Tekin doyasıya yedi. Gözleri kayıp gidiyordu mutlulukla.
'' Ben hayatımda böyle tadlı bir öğlen yemeği hiç yemedim,'' dedi.
Anacığım '' Afiyet olsun yavrım. Madem iyi arkadaşsınız, yine gel,'' dedi.
'' Olur teyze, gelirim.''
Nevşehir'e dönmeden önce Niğde şosesinin sert kumlu yerlerinde, Yuvanlı Boğazı'na doğru, bir süre de ben binmek istedim. Tekin surat astı, pek razı olmadı. Fakat vermemek de olmaz. Bindim, fakat alışkın değilim. Devrildim. Koşarak geldi arkadaşım. Nerdeyse ağlayacak. Baktı, gidon dediğimiz dümen hafifçe yerinden oynamış, bükülmüş.
'' Şimdi Nevşehir'de tamirat için buna , 25 kuruş alır usta,'' dedi.
Düşünce yere, cebimdeki üç tırtıklı elli kuruş kumlara karışmış. Aradım, buldum. İyi, güzel. Arkadaşım 25 kuruş zarara uğradığını söylemişti. Ben ona gümüş 50 kuruş verdim. Sonra uğurladım onu, yürüyerek 3 km , evimize döndüm.
......................
Ortaokul, lisede'de '' sınıfını geç de bisiklet alalım, '' denildi.
1964'te lise bitti. Üniversite öğrencisi olduk. Artık yalnız uzun tatilde ve yarıyıl dinlence süresinde köyümüzde oluyordum. Bisiklet hevesim kalmamıştı. Fransız turistlerin Dö Şövo Sitroen küçük otomobillerindeydi gözüm. Onlar da ben yaşta üniversite öğrencisiydiler. Memleketlerini gezip bitirmişler, binlerce kilometre uzaklardan Kapadokya'yı gezmeğe gelmişlerdi. Buradan da kimisi, kimileri İran'a, Pakistan'a doğru sürdürecektiler yolculuklarını. İmrenmeyip ne yapacaksın ?
......................
Aradan yıllar geçti.
Devir, artık otomobil sahibi olma devriydi.
Biz de o modaya uyduk.
1972 yılının 1 Nisan günü otomobillendik. Kısa aralıklar dışında otomobilsiz kalmadık hiç.
Sevinçle, mutlulukla bisiklet süren çocukarı seyretmek bana keyif verir. Zaman zaman akrobatik devinimlerle yaşamını tehlikeye atan çocukları, gençleri ürpererek seyrederim. Uyardığım da olur. Dinleyen, uyan yoktur.
Çocuklarım ne zaman üç tekerlekli, iki tekerlekli bisiklet isteseler, hemen aldık. İkiletmedik. Bugün artık torunlarımız da bisiklete biniyorlar. İstedikleri her şeye sahip oluyorlar.
Benim, yaşamda hiç bisikletim olmadı ki...
................................Ürgüp. 25 Haziran 2020