TOPLUM ÖLDÜ !
“Tanrı öldü” der Nietzsche. İnsanın kendi tanrısına onu kullanarak ihanet ettiğini vurgulamak için , ateistik bir söylem dışındaki düşünceyi ifade eder bu. Şimdi de toplum öldü. Hem de göz göre göre.
Toplum doğal bir düzen değil, üzerinde uzlaşılan bir kurgudur. Modern insan, tıpkı tanrı gibi toplumdan da yardım almadan, uzlaşmadan, onu dikkate almadan, her zeminde kendi başına yaşamı anlamlandırma sürecinin içinde yoğrulup duruyor.
Toplum dediğimiz, uzaklarda bir ütopya değil, adı sen, ben yani biz olan kalabalık. İnsanın değer bazlı sınırlarını , genel çerçevede bu toplum denilen yapı tayin eder, yasak koyar ve bireyin neyi ne kadar nerde nasıl isteyebileceğini belirler.
İnsan toplumdan yoksun kaldığında yabanileşir. Değerlerin ve sınırların buharlaşması ile toplumsal intiharlar başlar. Toplum kendine olan inancını yitirdiği anda ölüme gider.
Bir toplum nasıl ölür peki ? Soykırımla, terörle yada savaşla değil elbet. Toplum mensuplarının yaptığı hatalar ve kaypaklıklar sonucu olur bu. Üstelik ölmeye doğru gittiğinin farkında olmamak, bir toplumun yok olma sürecinde , geri dönülmez noktaya götürür onları.
Atılan her askeri, sosyal, ekonomik ve kültürel oltaya gelen bir toplumun ölmesi kaçınılmazdır. Bireyin ölü olduğu belki herkesçe anlaşılabilecek bir şeydir; ama toplumun ölü olduğunu anlayabilmek için uyanık bir sosyal bilinç ve yüksek idrak gereklidir.
Önce birer birer, ardından toplu hâlde öldük. Birey denilen çok sayıdaki parçacıktan oluşan toplumsal bedenin ölümünü, elbirliği ile gerçekleştirdik. Bizi toplumda tutan çok az şey kaldı.
Kutuplaşan toplumsal gruplar, niteliğini kaybeden kurumların yerine geçen mafya örgütlenmeleri, çeteleşmeler, yozlaşan bürokrasi ve erozyona uğrayan değerler. Hepsi toplumun ölümüne ayna tutan kamusal göstergeleri.
Her koyunun kendi bacağından asıldığı , aidiyet bağlarının birer birer koparak bireylerin ev denilen biçimin içine kapandığı, sonu gelmez çekişmelerin ve bitmek bilmez iftiraların, kazanmak için her yolu mübah gören anlayışların her zeminde kol gezdiği, toplumsal bir cenaze töreni oldu her günümüz.
Evde koltuklara kurulup televizyonu açarak , günde kaç cinayet, kaç hırsızlık , kaç ihanet ilişki gerçekleştiğini çekirdek çitleyerek rahatça izler hale gelindi. ‘’ Bu topluma ne oldu ‘’ irdelemesi yapmak bile uyku getirici bir eylem oldu.
Toplumun ölmesiyle, en uç ve aykırı davranış kalıplarını bile mahcup edecek fillerin rutinleşerek yaygınlaştı. Eşitlik ve adalet duygusu zedelenirken, normsuzluk egemen hale geldi. Komşu komşunun külüne değil, tozuna muhtaç oldu. Şehrin meydanında kendini yakan insana yardım etmek yerine selfi yapıp sosyal medyada yayımlayan insan güruhları doğdu.
Şiddetin her türlüsü, tecavüzler, madde bağımlılıkları, kaybolan dayanışma ve diğer yozlaşmaların her çeşidi büyük dalgalarla toplum denilen denizin sahiline vurdu. İşin tuhaf tarafı, refah toplumu dediklerimiz de bu sorunlardan uzak değil.
Bu tabloya bakıp bir günah keçisi aramak yerine, bir an önce bilinç inşası ile yola koyulmak gereklidir. Zira bu durum, sigaranın mı yoksa nargilenin mi daha çok zararlı olduğu tartışmalarının çok ötesinde evrensel ve ivedi bir durum arz etmektedir.
Bireyler, geçmişten beri var olan toplumun etkisiyle oluşturduğu düşünce yapısı aracılığıyla dünyayı anlamaya ve olayları anlamlandırmaya çalışır. Toplumun öldüğü yerde bu anlamlandırmaların, gasp edilen zihinlere birer kelepçe takacağı gün gibi aşikardır.